İstanbul’da uzun süredir etkili bir kar yağışı yaşanmıyor. Barajlardaki su seviyesi gelecek için kaygı uyandırıyor. Şehir betona boğulduğu için yağış toprağa ulaşmıyor ve her yağmurda yollar göle dönüyor. Uydudan bakıldığında ısı adası görünümünde, aşırı kalabalık, sıkışmış bir şehir yükseliyor. Sıra sıra siteler rüzgâr hareketlerine bile set çekiyor. İşte bu sorunların önemli bir bölümü çarpık kentleşme ve kontrolsüz şekilde şehrin dört bir yanına dikilen yüksek yapılardan kaynaklanıyor.
İstanbul’un Avrupa yakasında Levent-Maslak hattında, Zeytinburnu’ndan Florya’ya kadar sahil hattı boyunca gelişi güzel şekilde dev binalar inşa edildi. Ataköy sahilde, mevcut yapıları karanlıkta bırakacak şekilde dip dibe sıralanan yüksek binalara ruhsat verildi.
Başakşehir-Bahçeşehir bölgesinde o kadar fazla sayıda yüksek bina yapımına müsaade edildi ki, bu güzergâhta günün her saatinde trafik tamamen felç durumda. Anadolu yakasında da dağınık yerlerde ama özellikle Ataşehir civarında oldukça yüksek binalar var.
Altyapımız, yolların genişliği, elektrik, su ve kanalizasyon sistemi, bu yapıların getirdiği yükü kaldıracak durumda değil. 1999 Marmara Depremi’nden sonra şehri olası büyük depreme hazırlayacak ciddi bir şehircilik planı yapılması gerekiyordu ancak kaynakların önemli bir bölümü rant odaklı projelere kaydı.
Şehrin tarihî siluetine hançer gibi saplanan, rüzgârı, ısıyı ve iklim dengesini allak bullak eden yapılara karşı bir hamle geldi. Meclis, kentlerin siluetini bozan yüksek binalara dur diyecek bir yasayı kabul etti. Bundan böyle dikey mimari yapmak o kadar kolay olmayacak.
Yasaya göre bundan böyle kat yüksekliğine firmalar karar veremeyecek. Kat limitlerini belediye meclisleri belirleyecek. Kat sınırlaması inşaata başlanmayan planlarda uygulanacak. Yeni düzenleme bugüne kadar dikilmiş gökdelenlerde herhangi bir değişiklik öngörmüyor.
Ben, bu girişimi son derece isabetli ancak çok geç alınmış bir adım olarak değerlendiriyorum. Kontrolsüzce dikilen yapılar İstanbul’un kimliğinde ve doğal dengesinde geri dönüşü olmayan bir tahribata yol açtı.
Hâlihazırda dünyanın en sıkıcı ve kötü meydanlarından biri olan Taksim’in yeniden eski canlılığına kavuşması, kültürel kimliğini korurken modern bir dokunuşla güzelleştirilmesi için bir çaba var. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bu konuyu öncelikli olarak ele almasını çok olumlu buluyorum.
Atatürk Kültür Merkezi’nin bu yıl içinde açılmasının da canlılığa etkisi olacağını düşünüyorum. Umarım İstanbulluların aktif katılımıyla Taksim Meydanı güzelleşir ve şehre yakışan bir görünüme kavuşur.