Biraz önce haber geldi: Arda antrenmanda takım arkadaşı Caner’e yumruk atmış.
Olabilir, sinirler gergin tabii. Galatasaray’ın en iyi günlerini geçirdiği söylenemez. Üstelik Arda’nın başında başka sıkıntılar da var. Taraftarla arası bozuk, üstelik bu küslük sürerken pazar günü sezonun en önemli maçına çıkacak.
Antrenman spor sayfalarının sevdiği tabirle “kıran kırana” geçiyordur belki de. Genç adamlar, yüksek adrenalin, baskı altında günler derken… Kaptan çakmıştır bir tane..
Zaten gündemin merkezinde yumruk var: Önce Kürt siyasetinin önemli ismi Ahmet Türk, sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a yumruklu saldırılar yapıldı.
İtalya Başbakanı Berlusconi’nin de yumruk sonrası kanlı görüntüleri de hâlâ hafızalarda taze.
Yani şiddetin bir trendi varsa, zirvesine yumruk oturmuş durumda.
Arda da genç adam, modaya uyacak tabii. Ortalık yumruktan geçilmezken, onun Caner’e tekme sallamasını beklemek haksızlık. Arda daha önceki “sahada şiddet” gösterilerinin birinde çok moda bir hareket yapmıştı da oradan biliyorum.
2006 yılının Kasım ayında çıktığı Bordeaux maçında rakibi Franck Jurietti’nin göğsüne kafa atmıştı.
Fenerbahçe iyi mücadele etti, savunmada mümkün olduğunca sağlam kaldı. Normalde Trabzonspor gibi iyi oyuncuları olan takımlara karşı, 1-0 önde götürdüğünüz bir maçın son bölümünde ciddi baskı yemeniz normaldir. Ama hem bol pasla hem de sıkı direnişle boğulmadan maçı bitirdiler. Arada pozisyon verdiler tabii ama o kadar olur, Trabzon da hiç mi oynamasın yani?
Müthiş bir ilk 15 dakika izledik, acayip hızlı başladı maç. Sonra duruldu, normalleşti, yer yer sıkıcılaştı. O dakikalarda iki ofsayt kararı da (Alex ve Alanzinho için verilen) yanlıştı. Hele Alanzinho’ya verilen hakikaten skandaldı. Sonrasında ufak tefek hatalar dışında hakemler maçı iyi götürdü.
Özer Hurmacı’yı herkes dikkatle izliyor, düzenli forma giymesini istiyor. Bir dönem Tuncay’a gösterilen muhabbete benzer bir durum. Ama Özer’in de şunu bilmesi lazım: Kimse ondan ayağına her top gelişinde bir gol ya da asisit üretmesini, maçın gidişatını çevirmesini beklemiyor. Beklenenler basit: 1) Topu kaybetmeden, mümkün olduğunca çabuk şekilde verimli alana taşıması 2) Top rakipteyken adamını ciddi ve samimi biçimde kovalayıp takım savunmasına yardımcı olması.
Andre Santos sol bek için fazla mı “geniş” bir oyuncu? Attığı paslarla, denediği çalımlarla her an en kritik mevkide topu kaybedecekmiş gibi görünüyor. Önünde hücumcu özellikleri ağır basan Özer de olunca kafada büyük bir soru işaretiyle izliyor insan. “Keitagiller”e gün mü doğdu acaba? Ama şunu da söylemek lazım, rakip savunmalar için de aynı oranda da tehditkar bir ikili olacaklar zamanla.
Barcelona-THY işbirliğinin siftahındaki kriz, ilk gün acemiliğinden mi kaynaklanıyor? Hiç sanmıyorum. Daha bu ikilinin başına çok çorap örerler.
Özellikle Barcelona bu üç yıl boyunca her uçuşta Atatürk Havalimanı’nda birkaç saat takılmak zorunda kalırsa buradaki futbol ortamı uçağın bagajından içeri sızacak. Sonunda onlar da kulüp kültürüne, alışkanlıklarına, yapısına öyle aykırı şeylerle karşılaşacak ki vücut kimyaları bozulacak. Birkaç teorimi sıralayayım:
* Takımdaki en ufak yalpalamada, üst üste gelen birkaç puan kaybında ya da liderliğin Real Madrid’e kaybedilmesi durumunda hemen yeni teknik direktör arayışları başlayacak. Guardiola’nın yerine düşünülen en güçlü adaylar şunlar olacak: Ersun Yanal, Mircea Lucescu ve Fatih Terim.
* Kaptan Puyol maçlardan önce “Barcelona, Barcelona gibi oynarsa yenemeyeceği takım yok. Üç puan almak için geldik. Bunu da başaracak güçteyiz”; maçlardan sonra da “Bu 90 dakikayı unuttuk, önümüzdeki maçlara bakacağız” diye düğmesine basılmış gibi hazır cümleler kuracak
>> İki cümleyle maçı kafanızda canlandıralım: Eğer Daum’a bugün Hiddink şakaları yapılmıyorsa (6-1’lik unutulmaz Aydınspor maçı), Gökhan Güleç ve Cenk İşler’in kaçırdığı gollerin sayesindedir. 85’inci dakikada üçüncü golü yiyene kadar Fenerbahçe’nin pozisyonu yoktu.
>> Maçın başındaki ilk gol Volkan’ın artık alışılan konsantrasyon eksikliğinden geldi. Asıl faydası internete oldu. O da artık “Şaşkın kaleciler, tıkla izle” gibi adı olan videolardan birine malzeme oldu, YouTube’da başrolde. Yaşasın, internet büyüyor!
>> Fenerbahçe’de Alex-Guiza-Semih’in aynı anda maça çıkması büyük olay, neredeyse NTV son dakika verecek bu gelişmeyi. Kasımpaşa’da ise Cenk-Moritz-Gökhan Güleç aslan gibi oynuyor. Demek ki iş uygun sistemi kurmakta. Zaten kendi beyanlarından defalarca öğrendik ki Yılmaz Vural, Daum’la aynı antrenörlük diplomalarına sahip. Galiba Daum antrenörlük kursunda hücum derslerine girmeyip kantinde çay içti?
>> Maçın ilk beş dakikası şaka gibi: Zaten seyirci olmadığı için bütün bağrışmalar duyuluyor ve yankılanıyor. Üstüne bir de zırt pırt gol oluyor. Şükrü Saracoğlu’nda lig maçı değil de Göztepe Hilalspor Tesisleri’nde halı saha maçı gibi.
>> Fenerbahçe çift forvet gazıyla ileride basarak başladı ama Kasımpaşa o ilk bölümü geçebildiğinde arkada yayla gibi alan buldu. Hakikaten çok iyi oynadılar. Maçın açık ve net hakimiydiler. Yılmaz Vural ısrarla şaka yaptığı söylüyor ama şu da bir gerçek. Tıpkı Broos gibi Daum’un da koltuğu sallantıda olsaydı biletinin kesileceği maç bu olurdu.
>> Fenerbahçe maça solda Carlos-Mehmet Topuz’la başladı. Sağda ise Gökhan Gönül dışında atanmış biri yoktu. Belli ki Daum ikinci forvet için oradan kesinti yapmış, Gökhan’a da “Sen bu takımın Cafu’susun, git o kanadı tek başına dağıt demişti. Yaptığı teorik olarak yanlış değildi ama Kasımpaşa’da Ergün-Murat Erdoğan ikilisi Gökhan Gönül’e çok üstün geldi. Kasımpaşa buradan bol bol yüklendi, hatta soldaki ikili maçın yıldızı oldu.
>> Lugano rakip cezaalanında üç-dört defa son derece rahat kafa topları yakaladı ama hepsine çok kötü vurdu ya da vuramadı bile. Bu ne bitmez yol yorgunluğu, bu ne amansız jet lag!
>>
Okan Bayülgen, Burcu Esmersoy için güzel değil dediğinde tartışma çıkmıştı. Tıpkı güzellik gibi o tartışma da geçiciydi. Asıl mesele şu: Burcu Esmersoy işinde iyi mi?
İyi değil yetersiz olduğunu hep düşünürdüm. “Spor Aşkı” programında, başına kupa isabet eden tekvandocu Serap Aydeniz’le konuşurkenki halleri gerçekten ayıptı.
O “hanfendicim”ler, kupa tutma antrenmanı tavsiyeleri, kinayeli tebrikler ve antipatik mimiklerin neye yaradığını düşünüyordu acaba? “Tavırlı habercilik” yaptığını mı zannetti?
Esmersoy’dan buram buram yayılan “Cık cık cık, böyle oyun oynanır mı?” tavrı son derece rahatsız ediciydi. Galiba biraz mizah da katmaya çalıştı ama stüdyoda birkaç kişi dışında kim güldü acaba?
>> Elbette hepimiz hemfikiriz ki iki golün ardından maç bitmişti. Ama iki golün arası o kadar kısaydı ki, şunu fark etmemiş olabilirsiniz: Maç aslında ilk golde bitmişti. Beşiktaş’ın bu sene ligde övgü aldığı tek konu savunma becerisiydi ve bir derbide öne geçtikten sonra bunu kaybetmeleri söz konusu bile olamazdı.
>> Alex “İlk yarıda üstündük” gibi şeyler söylüyor ama Beşiktaş daha iyi başladı ve 20-25 dakika maçın “hakimi” olmasa da “abisi” gibi oynadı. Sakin ve telaşsız bir ağırlık koydu.
>> Ama ilk yarı-ikinci yarı farkından bahsederken Gökhan Gönül’den bahsediyorsa haklıdır. Mükemmel ilk yarı, skandal ikinci yarı. Soyunma odasında zararlı bir şey mi yedi bu adam?
>> Fenerbahçe savunmasının ortası ilk düdükten itibaren gevşekti. Müdahalelerde zayıftı. Lugano gerçekten de söylendiği gibi yol yorgunuydu galiba. Bunu ikinci golde marke ettiği Bobo’nun yüzünü kaleye son derece rahat biçimde dönmesine bakarak söylemiyorum sadece. Maçın gergin anlarının hiçbirinde gözlerini yuvalarından çıkararak hakemin üstüne yürümemesinden de net biçimde anlaşıldı. Sahada gerçek Lugano yoktu.
>> Savunma ile ilgili bir laf daha: Artık “defansın göbeği” deyip geçmek diye bir şey yok. Tıpkı sağ bek-sol bek gibi sağ stoper-sol stoper uzmanlaşması var. Madem Bilica’nın yokluğunda bir değişiklik şarttı, sol stoper mevkiinde Önder oynayabilirdi. Böylece hiç değilse Lugano 3,5 sezondur alıştığı şekilde işini yapmaya devam edebilirdi.
>> Bazı maçlar vardır, Alex gerçekten görünmez. O kadar etkisizdir ki “Ama abi bir anda sahneye çıkıp sonucu değiştirebilir” demeye insanın yüzü tutmaz. Bu da o akşamlardan biriydi. Bu haftadan aklımızda kalan Alex değil, Milliyet’te üç gün boyunca yayımlanan söyleşisiyle karısı Daianne oldu.
>> Kazım Galatasaray maçındaki gibi ileride tek başladı. Ama ligin en iyi savunma ikilisi Sivok-Ferrari fiziki olarak kendilerine kafa tutan bir rakiple karşılaşınca (Servet-Gökhan Zan ikilisinin aksine) sıradanlaşmadı; zeka ve oyun bilgisi de katabildi işin içine. Kazım’ı net biçimde sildiler, ona kanatlara kaçmaktan başka yol bırakmadılar. Fink de Alex’i halledince işler çok kolay oldu.
>> Tabii ki Kazım’la devam: Sabit mental sorunları, yenilginin ve kötü oyunun hayal kırıklığı ile birleşince kendisinden bekleneni yaptı.
Ezeli rakibine tek küfreden Ercan Saatçi miymiş? Değilmiş. Değil elbet.
Bunun dışında…
Omzuna Fenerbahçe dövmesi yaptıran tek kişi de değildir eminim.
Galatasaray’ın sarı-kırmızının yanı sıra yeşili de kullandığı tribün şovundan sonra PKK iması yapmak sadece onun aklına mı gelir? Hiç sanmam.
Yetenek yarışmasına katılan genç kıza Ahmet Kaya şarkısı söyledi diye “23 Nisan’da öyle şey söylenmez” diye özetlenebilecek şekilde köpüren milyonlarca insan vardır. Saatçi de onlardan biridir.
Hepsi bu kadar değil. Türkiye’de ilk ve tek olarak becerdikleri de var.
“Ebabil bir kuştur, sözünden dönen…” kalıbını, popüler bir şarkıda kullanan tek kişidir. Ya da “Biz burdayız gitmeyiz / Ülkemizi bekleriz / Karşı çıkan olursa”nın ardına imalı bir sessizlik yerleştirmenin ve bu yaptırımı hayal gücümüzle bırakmanın haklı gururunu da kendisine teslim etmeliyiz. Onun buluşudur.
Ama şöyle böyle 15 yıldır Saatçi’ye kızan herkes ona bir şekilde alıştı.
>> MEHMET TOPUZ: Maça geçmeden önce: Mehmet Topuz, Kayseri’de neden yuhalanır? Adam yıllarca var gücüyle senin formanı terletmiş. Senin takımının seviyesinden daha iyi olduğu için büyük takıma gitmeye karar vermiş. Beklemiş ama sen ona o ayarda bir takım sunamamışsın. O da -bana sorarsanız iki yıl da fazla kalıp- en sonunda ayrılmış. Giderken Kayserispor’a hem terbiyesizlik yapmamış hem de bir çuval para kazandırmış. Şimdi onu neden yuhalarsın? Ona kızabilecek tek taraftar Fenerbahçe’ninkidir, dünkü performansı nedeniyle.
>> DAUM: Daum’a sorulacak soru şu: Fenerbahçe deplasmanda öne geçince skoru korumaya çalışan takım haline mi gelmelidir? Bunu “Büyük takım böyle oynar mı canım?” anlamında sormuyorum. Bu sisteme geçmesi doğru bir fikir midir? Gaziantep’teki maçta anlaşılmıştı, Kayseri’de teyit edildi ki, değil. Bakalım bir sonrakinde ne olacak?
>> HÜCUM EDEREK SAVUNMA: Aslında Kayserispor istekli başladı ve Fenerbahçe’nin kronik sorunlu solundan yüklendi ilk dakikalarda. Ama sonra Fenerbahçe atak yapmaya karar verdi. Pozisyon bulmasa da, Kayserispor’u korkuttu ve onların hücum iştahını kapattı, temkinli olmaya zorladı. Yani hücum ederek savunmasını rahatlattı. Kayserililer de iki takımın atak yapacağı zevkli bir maça imza atmak yerine sindi ve savunmaya çekildi. Korkunun ecele faydası yok, yediler golü.
>> CRISTIAN: Fenerbahçe’de golü Cristian’ın atması kendisi için iyi oldu. Son haftalarda yükselişteydi. Böyle durumlarda oyuncunun adını tabelaya yazdırması moral veriyor. Başarılı elemana patronun ay sonunda 100 lira prim yazması gibi bir şey.
>> SIKICI: İlk yarı gerçekten çok sıkıcıydı. İki takımdan birini tutmayıp da bu maçı seyredene şaşarım & acırım.
>> GUIZA: Ayağındaki topu tutamıyor, önünden geçen topa uzanamıyor, kendisine gelen topu fark edemiyor… Guiza’nın topla ilişkisi sorunlu.
>> “KORKAK”: Gökhan ve Önder’in savunduğu kanat maçın son dakikalarında zavallı duruma düşmüştü, kabul. Yine de, berabere giden bir maçta son oyuncu değişikliği hakkını savunmacıyla kullanmayı anlamak zor. Bu takım Kasımpaşaspor mu ki deplasmanda beraberliğe razı olsun? Zorla herkese Hıncal Uluç gibi “korkak” dedirtecekler!
>>