Okuldan gelince “Yeni bir gezegen bulunmuş!” diye evin ortasına heyecan içinde düşen oğluma; “NASA her yıl o gezegenlerden birkaç tane buluyor” demedim tabii. Onun yerine, oturup beraberce Keppler ve bulduğu son gezegen hakkında bilgi edindik, koca bir kartona ‘Keppler Afişi’ hazırlayıp odasının duvarına astık. Bu 9 yaş Keppler 22b tepkisi... Bir de 12 yaş var bizim evde. O da “Yeni bir gezegen bulunmuş, 600 ışık yılı uzaktaymış, yani yaklaşık 6000 trilyon km. Ben oraya giden ilk Türk kadın astronot olacağım” dedi! Ona da ‘Türklerden uzaya gidecek kadın astronot çıkmasına daha çok var evladım!” demedim tabii. Düşünmeden edemiyorsunuz; insan ırkını bu kadar uzağa taşıyacak bir ‘Nuh’un Uzay Gemisi’ projesi var mı acaba NASA’da? Yoksa taaa uzayın dibinde yaşanılacak gezegen aramanın amacı ne? Elbette, NASA “Uzay’da yaşam var mı diye araştırıyoruz” diyebilir. İyi de niye kendi haline bırakmıyoruz uzaylıları? Orada kendi halinde yaşıyorlarsa da yaşasınlar, onlar gelip bizi buluyor mu? Gelelim bu Dünya habitatlı gezegenleri leblebi-nohut gibi bulan Kepler Teleskopu’na ve yeni gezegen hakkındaki bilgilere;
-Kepler Teleskopu, adını Alman gökbilim, fizik, matematik bilgini Johannes Kepler’dan alıyor.
-Kepler 22b, öyle böyle uzak değil! Şimdi bavulları hazırlayıp yola çıksak, oraya varış tarihimiz 2612 yılı olur!
-Gezegenin yarıçapı Dünya’nın yarıçapının 2.4 katı. Yani Kepler 22b’de de ülkeler, sınırlar, vizeler ile dolu bir sistem oluşursa, herkese yetecek yer mevcut!
-Gezegende ortalama yüzey sıcaklığının 22 derece olduğu belirlenmiş. Her daim ılıman iklim yani...
-Bu işte beni en çok rahatsız eden de gezegene, kafamıza, pardon NASA’nın kafasına göre bir isim verilmesi! Ya gerçekten birileri yaşıyorsa orada? Ya halihazırda bir ismi varsa? Bizim ülke gibi değil ki uzay, aklına esince cadde/bulvar /sokak/ üniversite/havalimanı isimleri değiştirilsin! Henüz Facebook’ları yok mu acaba oradakilerin?! Hiç değilse sorar öğrenirdik!
‘DEDEMİN İNSANLARI’NIN KADINLARI
Bir yönetmenin performans artışını, kendi filmlerinin kronolojisi üzerinden değerlendirmenin çok adil olmadığını düşünüyorum. Ne yazık ki, tüm dünyada yapılan da bu. Yönetmenin en son filmi, bir önceki ile karşılaştırılarak performansı üzerine kalem oynatılıyor. Bu açıdan söze girersek; Çağan Irmak iyi bir yönetmen ve beni en çok etkileyen filmi ‘Prensesin Uykusu’. Biliyorum, ‘Babam ve Oğlum’ çoğunluğun tercihi ama ‘Prensesin Uykusu’nu çok sevdim ben. Dedemin İnsanları’nı ise genel olarak beğendim. Bir İzmirli olarak ailemde hem Selanikli var, hem Giritli... Çağan Irmak’ın anlattığı hikâye, bana/ bize/İzmir’e yabancı değil.
İzmir’in pek çok ailesinin geçmişinde bir mübadele hüznü bulmak mümkün. Şöyle de söyleyebilirim; ‘Dedemin İnsanları’ bizim oraların filmi. Ege filmi, Ege sofrası, Ege ağzı, Ege tarihi ve elbette Ege Denizi... Film görülesi, temposu iyi, manzaralar güzel. Aktörler başarılı. Ben bugün özellikle filmin 3 kadın oyuncusuna değinmek istiyorum. Onları izlemeye doyamadım: Nurdan rolündeki Gökçe Bahadır ve annesi rolündeki Sacide Taşaner enfes oynuyorlar! Doğallar, sevimliler, yan rolün hakkını başrol gibi vermişler. Ve Hümeyra... Hümeyra her dem lezzetli. Yine öyle idi. Bir “Çocuuuk” diye seslenmesi var ki, pek sıcak, pek gerçek. Giritli madam rolündeki Eirini Inglesi’yi de çok yakıştırdım filme. İyi ki eklemişler o ufacık bölümü. Son olarak da diyalog ve repliklerin gayet başarılı kotarıldığını ekleyeyim. Zarif insanların zarif zamanlarını ve insanlığın mezhebi olmadığı anlatan bir film.
Nelere para harcıyoruz?
Orta karar bir bütçemiz olduğunda bile nefsimize yenik düşüp yaptığımız ‘fevri alışverişler’ olabiliyor! Ne de olsa devir, tüketim devri! Hiç sevmediğim bir söz kalıbını kulanarak şu tümceyi yazabilecek yaşa geldim; ‘Bizim zamanımızda, memlekette lüks tüketim yoktu!’ Azla yetinmenin, elimizdeki ile yaşamanın, var olan ile mutlu olmanın da mümkün olduğunu ıspatlayan jenerasyonuz biz (1980 öncesi doğumlular)! Gelelim başlıktaki soruya; nelere para harcıyoruz? Yapılan alışveriş araştırmaları, bu devrin toplumsal alışkanlıklarının, biriktirme değil, harcama eğilimi gösterdiğini söylüyor. Meğer herkes bütçesine uygun oranda, ıvır zıvır almayı çok seviyormuş.
‘Ivır zıvır’ dediğimiz, temel ihtiyacımız olmadığı halde alıp hevesimiz geçtikten sonra kenara koyduğumuz eşyalarımız da olabilir, hiç örgü bilmesek bile janjanına kapılıp aldığımız çile çile floşlu yün de olabilir, evlerde çok seyrek kullanılmasına rağmen edindiğimiz matkap seti de olabilir. Bunlar kendimiz için yaptığımız alışverişler. Bu alışverişlerde çok da ‘bilinçli tüketici tablosu’ çizmiyoruz maalesef. İlginçtir, araştırmalara göre, hediye alırken ise ‘hediyenin işlevsel’ olmasına önem veriyormuşuz! Özel günler, en çok alışveriş yapılan zamanlar. Bayramları, yılbaşı ve doğum günü gibi günlerde, eskiden ‘ev yapımı hediyeler’ önem taşırken artık satın alınmış hediyeler üstünlük sağlıyor. Hediye seçerken Türk insanı en çok parayı ‘eşine’ harcıyormuş! Kadınlara aksesuar ve giyim eşyası, erkeklere elektronik ve müzik CD’leri tercih ediliyor.
Çocuklar halen Barbie Bebek ve aksiyon figürlü oyun karakterlerine rağbet ediyor, gençler ise MP3çalar ve cep telefonu alınca seviniyor. Bizim zamanımızın yaş günlerinin değişmez hediyesi kitap ise, artık listede kendine yer bulamıyor! Kadınlar internet sitelerinden alışverişe sıcak bakmazken (malum biz ürünü görmek ve dokunmak isteriz) erkekler, alışverişe harcayacakları zamanı minimuma indiren internet sitelerine bayılıyor! Ayrıca kadınlar ‘bir arkadaşlarının üzerinde görüp beğendikleri’ eşarp/fular/çanta/ayakkabı gibi ürünlere de sahip olmanın hayalini kuruyorlar! Araştırmaların en ilginç sonucu; Türklerin yüzde 70’inin ‘zincir mağazaların ve markaların pahalı olduğunu’ düşünmesi, küçük ve bağımsız mağazalarda ‘daha uygun’ alışveriş edileceği kanaatinde olması!
( 17.12.2011 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır. )
24 Aralık 2011, Cumartesi 04:00
Haberin Devamı