“Koşturma”, “Terleme” uyarıları ile büyüdük biz. Lastik ayakkabı yoktu ülkede. Aslında vardı da, altı bükülmezdi. Zaten spor, ayakkabı eskitirdi. Okul bahçeleri desen, zaten çoğu beton...
Stadı olan şehir, parmakla sayılırdı. Spor, futboldu... Sporcular da ya futbolcu, ya güreşçi, ya halterci... Buz pateni şampiyonalarını dizi izler gibi ekrandan izledik hep. Yurt dışı seyahatlerinde ise sabahın erken saatlerinde işe gitmeden önce ‘sabah koşusu’ yapan insanlar çarpardı gözünüze. ‘Sabah koşusu’ diye bir kavramdan haberdar olurdunuz. Koşuya uygun bebek arabalarını iten yeni anneler vardı yollarda... Bir de bisiklet yolları...
Japonların parklarda yaptıkları tai chi, yoga, meditasyon görürdünüz. Rekabetçi spor dallarına gelmedik bile. Spor kültürüydü bu. Lâfı uzatmayalım, bugüne bağlayalım. Olimpiyat Oyunları 2020’ye aday olduk. Tokyo aldı. Ülkemizin özelliğidir; her konuda çok hızlı ve çok kuvvetli şekilde kutuplaşabilir.
Yine oldu, ikiye bölündük: Olimpiyatı isteyenler ve istemeyenler olarak. Herkesin kendine göre nedeni var. Toplumun fikir ayrılığı her ülkede olur. Herkesin her konuda aynı fikirde olması zaten mümkün değil. Finale kalamadan elenen Madrid için de İspanyolların muhalefeti mevcuttu. Hem de ‘yarı tamamlanmış’ olimpiyat tesislerine yaptıkları onca yatırıma rağmen... Gösterilen çabayı, olayın olumlu-olumsuz etkilerini sakince konuşup yeni hedefler belirlemeliyiz artık.
Formula 1 tecrübesinden ders almalıyız. Önümüzde, gelişen ülkeleri etkileyecek, yaklaşık 3 yıl sürmesi beklenen büyük bir global ekonomi krizi var. Önceliğimizi, bu krizden minimum zarar ile çıkmaya vermeliyiz. Spor, hayatımıza girmeli. Ama önce; kazanmak kadar kaybetmenin de bir raconu olduğunu bilmeliyiz. Hayal kırıklığı ne kadar büyük olursa olsun; yurt dışını ve yurt içini ‘suçlamadan’, ‘daha’ hazır, ‘daha’ güçlü, ‘daha’ efektif argüman ve alt yapılar ile bir sonraki olimpiyat oyunlarına aday olabiliriz. Kısacası olay ‘kına’ değil. Hiç olmadı. Bu bağlamda değerlendirilmesi çok üzücüdür.
***
MERDİVENLERİN RENGİ
İlk önce gecekonduları renklendi ülkenin. Gecekondular rengârenktir. Sarının yanında yeşil, pembenin yanında mavi görünür dağlarda. Gökyüzünü yeşile, çimeni pembeye, ağacı kırmızıya boyayabilen çocuk dünyasında; bu rengârenk küçük evler büyülü bir dünyadır. Beyaz kağıt üstüne beyaz ev zaten çizilmez. Siyah renk sadece okul bahçesinde önlüklü çocuk çizerken kullanılır. Gri desen; o da ne? Resmin içinde ne işi var grinin? İşte, çocuk resimlerinde yeri olmayan gri; şehir hayatında en çok gördüğümüz renktir. Gri betondur. Gri apartmandır. Gri inşaattır. Gri gridir... Gecekondu mahallerinde yeri olmayan gri, modern şehrin rengidir.
Hele de İstanbul gibi ‘taşı toprağı gri’ bir yedi tepeli şehirde; merdivenler de gridir. İn, çık aynı gri... Geçen hafta tüm ülkede başlayan renkli merdiven seferberliğini gördüğümde ‘Bunu daha önce nasıl düşünemedik? Niye bunca yıl gri merdivenlerden indik, çıktık?’ diye sordum kendime. Hem de bu internet çağında, dünyanın her yanında görsellere ulaşabildiğimiz bir devirde; başka ülkelerde pek çok örneği var iken; nasıl bugüne dek merdivenlerimiz hep gri idi? Bilmiyorum. Bildiğim bazen bir musibetin, bin nasihatten evla olduğu. Renkli merdivenleri, büyük bir işgüzarlıkla bir gece operasyonu ile griye boyayan belediyenin; aslında amaçlamadan hepimize büyük bir iyilik ettiği ortaya çıktı. Artık renkli merdivenleri var ülkenin... Örnekleri gokkusagidevrimi.tumblr.com adresinde görebilirsiniz...
***
ÇİZGİ FİLMLER
Bu hafta ‘değişik bir çıkış’ da TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’den geldi. Şahin “Çizgi filmlerde hayal ürünü varlıklar, uçanlar, uzaylılar, doğaüstü yaratıklar var. Bu, çocuklar için tehlikeli. Biz de büyük paralarla kendi çizgi filmlerimizi çekiyoruz. Padişahların hayatını anlatan bir çizgi film olacak” dedi. Bu yaklaşımdaki ‘kendi çizgi filmlerimizi’ çekme kısmına itirazım yok. Çeksinler elbette. Hatta padişahların hayatının öğrencilere, kuru kuru tarih kitapları okutularak değil; çizgi filmler ile öğretilmesini müfredata yardımcı buluyorum. Fakat açıklama bu amaç üzerinden yapılmamış. Amaç, mevcut çizgi filmlerin ‘zararlı’ ve ‘tehlikeli’ bulduğunu vurgulamak.
Bizim de Anadolu ve Eski Türkler efsanelerimizde Anka Kuşu, Albat Dağı Ejderhası, Yada Taşı, Telepinu vardır. Doğa olayları, doğaüstü varlıklarla temsil edilir. Uzay deseniz; burada yaşam ya da yaşama uygun şartlarda gezegen arama işini NASA bile yapıyor. Bir sürü bilim adamı çalışıyor. Sadece çizgi filmlerdeki bir rüya değil sonuçta. Yaşam da sadece Osmanlı padişahlarından ve Topkapı Sarayı’ndan ibaret değil. Çok kapsamlı, çok boyutlu düşünebilen, hayal edebilen ve bunu gerçekleştirmek isteyen çocuklar sayesinde gelişiyor Dünya. Hazerfen’in uçma hayali olmasaydı, İstanbul’un en güzel yapılarından Galata Kulesi efsane kalmaz mıydı? Çocukların esnek zihinlerini, kutucuklara tıkmayalım. Bırakalım, uçsunlar...