Cannes 2021 Belirli Bakış bölümünün en iyisi “After Yang”ı Alfred P. Sloan Ödülü aldığı Sundance 2022’deki dijital dünya prömiyerinde izledim. Amerikan bağımsız sinemasının Marker-Ozu kırması yaratıcısı Kogonada, içinden hatıra, acı ve işlevsiz aile geçen kalp atışlarınızı hızlandıracak bir android hikayesiyle çıkageliyor. Post-Obama döneminin melankolik android klonlama filmi ezber bozan dili ve unutulmayacak görüntüleriyle serseme çeviriyor. Technosapien adlı yeni bir robot türü yaratmaya oynuyor.
FİLMİN NOTU: 8.1
İLK FİLMDE JOHN CHO BALTALAMIŞTI
Kogonada “Columbus” (2017) ile fütüristik binaların arasından fışkıran yalnızlık meditasyonunun peşine düşmüştü. Orada acı bir olayın üzerinden Kore asıllı bir mimarın, Jin Lee’nin (John Cho) komaya giren babasını ‘Indiana’da ziyaret etmesi üzerine kurulu bir yapı vardı. Bunun üzerine ise aslında sanatsal anlarla gidilip minimalist bir video essay filme kayıldığını görmüştük.
Kogonada, video-art eğilimli deneysel bir kuşağa dahil olduğunu ispatlamıştı. Amerikan bağımsız sinemasının Chris Marker’ına dönüşme potansiyeline sahipti. Ancak takma adını da Ozu’nun senaristinden (Kogo Nada) alan yaratıcı, Japon yönetmenin dozunun fazla kaçtığı hantal bir yapıta imza atmakla kalmıştı. Bütçe 700.000 dolar idi. Kısa essay filmler çeken yönetmenin 104 dakikanın içini tam olarak dolduramaması ciddi problemdi. Bir yerden sonra mekanik bir bunalım sineması devreye girebiliyordu. John Cho ise hiç olmuyordu.
FARRELL TERCİHİ RAHATLATMIŞ
“After Yang”da o problem ortadan kalkmış. Jake’i Lanthimos gibi yönetmenlerin dünyasına da alışık Colin Farrell’ın canlandırması aslında bir avantaj. Kogonada aslında Yasujiro Ozu’dan Wes Anderson’a kadar birçok yönetmeni mercek altına aldığı kısa video essay filmleriyle farkını hissettiren bir isim.
Burada bu üslubunu aslında Z kuşağına uygun dahiyane bir android hikayesinin üzerinden yorumlamış. Ciddi bir işlevsiz aile tablosunun peşinde olduğunu bir kez daha gösteriyor. Ama bu kez sınırları zorlayacağını açılışta siyahi anne ve diğer iki robotik çocukla girilen karenin retro halinin nefes kesiciliğiyle kanıtlıyor. Benjamin Loeb adeta 60’lar Fransız Yeni Dalgası’ndan kopup gelmiş ikonik görüntüler yaratıyor. Sakamoto ile ASKA’nın iki farklı kuşağın birlikteliği ile gelen alternatif besteleri ise meditasyona başka bir boyut katıyor.
ROBOT-İNSAN İLİŞKİSİ TANIMINI TERSYÜZ EDİYOR
Kogonada’nın imgeler arasında şov yapan kurgusu da bunlara destek veriyor. A24’ün altında çalışmak yönetmenin mükemmelliyetçiliğine çok iyi gelmiş. Aslında filmin baba-oğul ilişkisi üzerinden bir yaklaşımı var. Ama genelde Hollywood’un “Bicentennial Man” (1999), “Demon Seed” (1977), “Tomorrowland” (2015), “A.I.” (2001) gibi bayat stüdyo filmlerine karşı geldiğini görüyoruz.
Bu duruma aslında organik bir meditasyon karşı çıkıyor. 1.33:1’de video görüşmelerinin, 1.85:1’de hatıralarla iç içe geçmesi müthiş bir kıvrak zekayla yansıtılıyor. Özellikle bunların ikincisinde Yang’ın yani robotun bakış açısına da geçme özgünlüğü gerçekleşebiliyor. Alexander Weinstein’ın kısa hikayesi büyük oranda günümüz toplumunun ‘Blade Runner’ı gibidir. Ona ise ZEN etkili yapım tasarımı ve kimonolarla çıkıp geliyor gözüken oyuncular özel bir incelik getiriyor.
Z KUŞAĞININ ‘STEPFORD KADINLARI’ OLMAYA OYNUYOR
Android tanımını bir çeşit ‘bebek bakıcı’ ya da ‘klon’a dönüştürerek oradan dahiyane bir aile öyküsünü de planlanıyor. Bu duruma ise aslında klonlama bilimkurgusu başyapıtı “Stepford Kadınları”nın (“The Stepford Wives’, 1975) 70’lerde yaptığını yine bir banliyö tablosunun içerisinden fışkırdığını görüyoruz. Oradaki Post-Vietnam döneminin mesafeli geriliminin yerine Post-Obama döneminden Marker-Ozu kırması zeki bir şekil verme canlanıyor adeta!
Kogonada 96 dakika boyunca neredeyse bir dakikada bile sekme yaşamadan ciddi bir sinema şovu yapıyor. Bu görsel gösterinin bilinçaltında gezinen bilimkurgu filmleri arasında kendine özgü bir yere yerleşme ihtimali de var. Resnais, Godard ya da Marker etkileri taşıyabilen essay film gerçekten de mest ediyor.
GÜNCEL ANDROID TEMSİLLERİ ARASINDA NASIL BİR KONUMU VAR?
Büyük oranda da “Zardoz”un (1974) da aslında 70’lerde sınırları zorladığı ufuk açıcı vizyonu da akla getirmiyor değil aslında. Son yıllarda android tanımına “Vahşi Oğlanlar” (“Les Garçons Sauvages”, 2017), “Cennet Tepeleri” (“Paradise Hills”, 2019), “Tek Aşkım” (“The One I Love”, 2014), “Evrim” (“Evolution”, 2015), “The Guest” (2014), “Fısıldayan Yıldız” (“The Whispering Star”, 2015) gibi çığır açıcı eserler vardı.
Onlar arasında Sono mamulü kült sonuncusuyla kardeş sıra dışılık var sanki! Ya da “Vahşi Oğlanlar”ın retro dolgusuna ve video-art’a yatkın halini akla getiriyor çokça. Ama onun heteroseksüel hali gibi canlanıyor. “Westworld” (1973) Hollywod’a androidi sokmuştu. Kogonada ise bu robot türünün android kuşağı için kareleriyle büyüleyen bir meditasyona temsil bulmasına alan açıyor.
JAPON İŞİ’NİN YAPAMADIĞINI YAPIYOR!
Bu eylem planının devamında “Perfect Woman” (1949) ve “Making Mr. Wright” (1987) gibi komedi filmlerinin B-tipi “Japon İşi” (1987) ve “Tam Sana Göreyim”i (“I’m Your Man”, 2021) etkileyerek seviye düşürme canlanmıyor. Aksine ciddi anlamda Çin yapımı robotların melankolik bir evrene dönüştürdüğü bir evren var. ‘Transformers’ın kafa şişiren bir evrene sürüklediği Hollywood işleri için de derslik olabiliyor. Öte yandan “E.T.”den (1982) ziyade android estetiği dahiliği “Earth to Echo”nun (2014) peşine takılıyor.
Üstelik 2. Japon Yeni Dalgası’na dahil edilebilecek İwai’nin “Lily Chou-Chou Hakkında Her Şey”inden (“All About Lily Chou-Chou”, 2001), yani ilk kez bilgisayar oyunu estetiğini kullanan filmden bir şarkı da fısıldatıyor. Kogonada’nın sinemasal ve sinefil dokunuşları mucizevi bir bilimkurgu filmine alan açıyor. Post-Obama döneminde Z kuşağının anca böyle bir melankolik android filmi olurdu gerçekten. “After Yang”, baştan sona görüntüleriyle çarpıyor, büyülüyor ve komaya sokuyor!
‘LA JETEE’ İLE ‘TOKYO HİKAYESİ’ ARASINDA KÖPRÜ KURAN BİR BİLİMKURGU ESSAY FİLMİ
Kogonada’nın özündeki Uzakdoğu mükemmeliyetçiliği filmi başka bir seviyeye taşıyor. Baştan sona da kurgusundan müziğine kadar her konuda bir detaycılık görüyoruz. Bu özen de ‘Yang’tan sonrasına dair aslında bir yorumlama yapmamızı sağlıyor. Hayran olduğumuz görüntülerin peşinde android kuşağına dair de melankolik söylemlerde bulunma duruşu var.
Bu ise Loeb ile Sakamoto’nun birlikteliği ile gelen melez yapının adeta saat gibi işlemesinden kaynaklanıyor. ‘Yang’ın yapay zeka tanımı “Her”ün (2013) tazeliğini de akla getirebiliyor. Farklı teknolojiler olsalar da Spike Jonze etkisi yaratıyor burada yaratının modern sanatlarla ilişkideki detaycı yedinci sanat dokunuşları! Ama esas bütününde Marker’ın “La Jetée”si (1962) ile Ozu’nun “Tokyo Hikayesi”ni (1953) birleştiren Z kuşağı için ezber bozan bir android essay filmi olarak tanımlanabilir.