Haberin Devamı
Luca Guadagnino’nun ‘Arzu Üçlemesi’nin son ayağı, Oscar adayı “Beni Adınla Çağır”, özellikle Armie Hammer’ın ters köşe yaptığı performansıyla hatırlanacak. Bunun ötesinde 80’lerde iki genç arasındaki ‘eşcinsel ilişki’ye görsel ve dramatik açıdan kafa yormasıyla da takdiri hak ediyor.
Farklı seslerin buluşması
17 yaşındaki Elio (Timothée Chalamet), hayatı için seçimler yapma evresindedir. Babasının arkadaşlarıyla teması kaybetmeyen bir gençtir. Babasının 24 yaşındaki öğrencisiyle (Armie Hammer) cinsel çekim hissedince hayatı allak bullak olacaktır. Peki ya bu tutku nasıl noktalanacaktır?LGBT filmlerinin ‘tarihi bir doku’da sunulmasına alışığız. Ama burada Luca Guadagnino, Yahudi André Aciman’ın 2007’de yazdığı ve büyük oranda kendi anılarından yola çıktığı kitabına el atıyor. Onu İngiliz miras filmlerinin modern yönetmeni James Ivory ile Tayland Yeni Dalgası’nın öncülerinden Apichatpong Weerasethakul’un görüntü yönetmeni Sayombhu Mukdeeprom’u bir araya getiriyor. İlginç ve incelenesi bir karışım…
Yönetmen aşkın farklı dönemlerdeki yolculuğunu ararken en çok da “Benim Adım Aşk”ta (“Io Sono L’Amore”, 2009) doyurucu olmuştu. Orada Visconti etkili yasak ilişki filmi büyüleyiciydi. Açıkçası “Sen Benimsin”deki (“A Bigger Splash”, 2015) ‘bayat ve erotik yeniden çevrim’ düşüncesini de göz önünde bulundurunca bu üçlemenin en iyi ikinci halkası “Beni Adınla Çağır” olarak beliriyor.
Guadagnino, 1983 İtalya’sını, yazlık bir beldeyi gözleme almış. Öncelikle Weerasethakul’un görüntü yönetmeninin doğallığı ve natüralizmi ‘sallanan kamera’ odaklı devreye giriyor. Filmin 35mm çekilmesi ise hiçbir şekilde fayda etmiyor. Bu yaklaşımın izinde ise ‘resim tablosu kıvamında kareler’den devreye girebiliyor. Ama bu çerçeveleri yaratma anlamında mesele “Caravaggio” (1986) kadar anıtsal değil. Bunun ötesinde dönemin şarkıları ve eklektik bir soundtrack de getiriyor.
Armie Hammer ve Timothée Chalamet rollerine cuk oturmuşlar. Büyüme hikayesinin açtığı kapı da sanki ‘yaz atmosferi’ eşliğinde bir ‘aşama atlama’ olarak devreye sokuluyor. Babasının öğrencisiyle aşk yaşayan Elio, fazlasıyla inandırıcı. Onun gerçekçiliği yüzüne de vücuduna da yansıyor. James Ivory’nin desteği ise belli ki Armie Hammer’ı ve diğerlerini bir ‘kostümlü drama’ karakterine çevirmek kağıt üstünde…
Bir ‘Venedik’te Ölüm’ olmak kolay mı?
Oturtulan görsel yapıda, dönem atmosferinde de bir tutarlılık var. Ama “Uğur Böceği”ndeki (“Lady Bird”, 2017) retro dokusunun orijinalliği canlanmıyor. Ancak bu kaynaktan ilerlersek yeni dönemden “Milk” (2008), “Tek Başına Bir Adam” (“A Single Man”, 2009), “Carol” (2015) gibi eserlerle akrabalık var. Belki de bunların kaynağına Visconti başyapıtı “Venedik’te Ölüm”ü (“Morta a Venezia”, 1971) koymak lazım. Onun halleri elbette her zaman rakipsiz.
Karşılıksız aşka dair üretilmiş bu eşcinsel sinema klasiğinin melankolisi, kayboluş hissiyatı ve sinematografik büyüsü de feyz alınmamış. Tadzio ile Elio’nun benzerliği dışında o eserden yanımıza bir şeyler kar kalmıyor. Thomas Mann uyarlaması eser, fazla katkı vermiyor. ‘Umut’ ve ‘irade’ kurallarına bağlanan karakterler ‘duygu yüklü yaklaşım’ı da besliyor. Cinsellik ise yeterince ‘özgür’ değil, aksine seyirciye ulaşsın diye bu konuda biraz olsun ‘tutucu’ davranılmış. Son dönemde bu konuda, ‘yatak hayatı’nı kavrama becerisiyle sivrilen eserler asla akla gelmiyor.
Fakat her şeye rağmen cinselliği sömürmeden zarafeti öne çıkaran bir eşcinsel aşk var. Ama “Carol”daki tek bir bakışla iş bitirebilen o dokunun büyüleyici hali ve “Venedik’te Ölüm”ün melankolisiyle sarhoş etme özelliği asla yok. Görüntü yönetmeninin, Yorick Le Saux’nun büyüleyici “Benim Adım Aşk” performansını aratması göze batıyor. Bu durum da ister istemez zaman zaman tek dayanak noktası ‘gerçekçilik’ olan ve bunu da ‘duygusal’ öğelerle harmanlayabilen bir yapıta yol açıyor.
FİLMİN NOTU: 5.8
Künye:
Beni Adınla Çağır (Call Me By Your Name)
Yönetmen: Luca Guadagnino
Oyuncular: Timothée Chalamet, Armie Hammer, Michael Stuhlbarg, Amira Casar, Esther Garrel
Süre: 132 dk.
Yapım yılı: 2017
‘DÜNYANIN BÜTÜN PARASI’: İLGİYİ ÜZERİNE ÇEKEMEYEN TARİHİ REHİNE GERİLİMİ
Ridley Scott’ın düşüş dönemine yakışan ama fena çekilmemiş bir ‘tarihi rehine gerilimi’ “Dünyanın Bütün Parası”. Birine taciz ettiğini itiraf ettiği için Kevin Spacey’nin yerine Christopher Plummer’ın getirilmesiyle ‘yeniden çekim aşaması’ da geçiren bir ‘nabza göre şerbet şampiyonu’ aynı zamanda. Ama filmin en başarılı oyuncuları Plummer ve Romain Duris.
Yeni kurguda Scott’ın tecrübesi hissediliyor
John Pearson’ın 1995’te yazdığı romanı, ancak 22 sene sonra sinemada karşılık bulabildi. Ağırlıklı olarak 1973’te geçen ‘tarihi rehine gerilimi’, açıkçası o dönemde çekilmediği için ‘biz bunu daha önce görmüştük’ dedirtiyor. Sonundaki gelişmelere dair asla merak ettirmeyi beceremiyor. Ridley Scott, “Cennetin Krallığı” (“Kingdom Heaven”, 2005) ile girdiği ‘politik ve tarihi filmler’le yüklü son dönemine cuk oturan bir filme imza atmış.
Açıkçası onun 25. eseri daha ziyade Kevin Spacey’nin taciz skandalı duyulduğu için çıkarılıp yerine Christopher Plummer’ın getirilmesi ve çekimlerin yeniden yapılmasıyla tarihe geçilecek. Bu spesifik olay önemli. Ama Scott’ın dediğine göre onun ilk tercihi Plummer’mış. Spacey’nin fragmanda gözükmemesi bir yana bu yeni versiyonda John Paul Getty dolu dolu bir performansla yansıtılmış perdeye. Yönetmenin 80 yaşının tecrübesini ‘yeni kurgu’ açısından sergilediği kesin.
Aslında romanın en ilgi çekici tarafı da oydu. ‘Dünyanın en zengin adamı’nın, torunun kaçırılmasıyla ‘fidye’yi inatla vermemesi, aristokrasi kibrini açığa çıkarıyor. İtalya’da saklanan John Paul Getty III’ün serbest kalmasını engellemesi ise ilginç bir ‘dramatik çatışma’ya malzeme olabiliyor. Bu damardan gidersek filmin tek karakter bazlı bir ‘dolandırıcılık komedisi’ne ya da ‘aristokrasi taşlaması’na dönüşmesi daha sağlıklı olabilirmiş.
Siyasi rehine gerilimlerinin içinde özel bir yere oturmuyor
Bu haliyle politik tarafı olan “Köpeklerin Günü” (“Dog Day Afternoon”, 1975), “Ağlatan Oyun” (“The Crying Game”, 1992) gibi ikonik ve sürprizli rehine gerilimlerinin tırnağı olamama zafiyetini taşımakla kalıyor. “Rehine” (“Hostage”, 2005), “Fidye” (“Ransom”, 1996) gibi vasat-ortalama arası denemelerle rekabete girme şansına kavuşuyor. Charlie Plummer yükselen bir değer. Wahlberg ise 1970’lerde değil de sanki 2010’da bir teknede aynı aksan ve kılıkla dolaşıyor. Michelle Williams bir perukla değişim geçirmiş, inandırıcı da. Ama çok kasmamış, idare etmiş.Yeniden çekim konusundaki becerisi bir yana Scott’ın tipik hileleriyle örülü bir film “Dünyanın Bütün Parası”. Araya sokulup tepki bekleyen ‘Yahudi soykırımı detayı’ çok formül duruyor misal. Ama tuhaf aksanla konuşturulup karikatürize bir sakalla sunulan egzotik yabancılar ‘iyi-kötü ayrımı’nı netleştirmek için basit bir politik numara gibi. Bu genellemeden kendini kurtaran ise İtalyanlar ve Romain Duris olmuş. Filmin esas başarılı yan oyuncusu o. İlk kez böylesi bir kötü adamı canlandıran, ‘eğlenceli karakterlerin oyuncusu’na bu değişim fazlasıyla yaramış.
Plummer, Spacey’nin yerine geçerek filmin tuhaf bir makyaj sendromundan kurtulmasını sağlamış. Rolüne çok yakışmış. Ama karşımızda “Kusursuz Dünya” (“A Perfect World”, 1993), “Cecil B.” (“Cecil B. Demented”, 2000), “PVC-1” (2007) gibi başarılı modern rehine filmlerini mumla aratan bir iş var. Film, o kadar demode bir öyküden yürüyor ki hiçbir şekilde 132 dakikaya seyirciyi bağlayamıyor. Dönemine adapte olamayan Scott’ın ise Darius Wolski ile yavaş yavaş HD’ye alıştığı ve dijital işçiliği çözdüğü söylenebilir. 70’lerin atmosferi ise ülke fark etmeksizin kostümden yapım tasarımına fazlasıyla tutarlı.
FİLMİN NOTU: 5
Künye:
Dünyanın Bütün Parası (All the Money in the World)
Yönetmen: Ridley Scott
Oyuncular: Michelle Williams, Christopher Plummer, Mark Wahlberg, Romain Duris, Charlie Plummer
Süre: 132 dk.
Yapım yılı: 2017
‘FLORIDA PROJESİ’: MINI INDIE ÇEKİCİLİĞİNİN ÖTESİNE GEÇEBİLİYOR MU?
Disney World’e bakan bir moteldeki küçük kızın samimi çırpınışı, “Florida Projesi”nin ana konusu. Bağımsız yönetmen Sean Baker, 6. sinema filminde yine dışlanmış karakterlerin öyküsünü anlatırken ‘tutarlı’ duruyor, ama bu kez sarılma arzusu yaratan Brooklynn Prince’ın sahiciliğine bolca bel bağlayıp ‘ağır tempo’nun dozunu kaçırıyor.“Prince of Broadway” (2008), “Starlet” (2012), “Tangerine” (2015) derken hep bir başarı hikayesinin peşini sürmüştür Sean Baker. Ama bu yaklaşım köşelerinin törpülenmesi ve karakterlerin anti-kahraman olarak konumlanmasıyla ‘gerçekçilik’ ve ‘bağımsızlık’ sözü vermişti. Genelde HD, iPhone dokusu küçük öyküleri ayağa kaldırır. Burada ise 35mm’ye geri dönüş var.
Yönetmenin ‘bilmediğimiz köşelerde yaşayan karakter’ tanımlarına burada Disney World'ün, o gürültülü eğlence parkına bakan bir motelde taşayan Moonee eklenmiş. “Starlet”teki Jane’in (Dree Hewingway), “Tangerine”deki Sin-Dee’nin (Kitana Rodriguez) kenar mahalle arkadaşı gibi o. Brooklynn Prince'in samimiyetiyle ‘motel hayatı’na bakış bir samimiyet kazanıyor. Dafoe ile yaşanan ‘baba-kız ilişkisi’ de esas standartların çok uzağında. Baker aslında bir ‘alt kültür sosyolojisi’ yaratıyor. Buna da bir seyirciyi bağlıyor.
Bu bağlamda 2.35:1'in, 35mm’nin ve 111 dakikanın filmin ne işine yaradığı tartışma konusu. Uzadıkça ‘indie’ halini, HD dönemindeki kolaycı bir 'deformasyon'a malzeme etmiş Baker. Dijital çağda 35mm’ye geçmek sisteme isyandan ziyade, önceki ‘peliküle karşı dijital teknolojinin yanındayız!’ın basit bir reddedilişi anlamına geliyor sanki. Açıkçası bu sayede de ‘uzadıkça uzama sendromu’ filmi zedeliyor.
“Florida Projesi”, 80 dakikada daha derli toplu bir film olurmuş. Ağırlık bir tutarlılığa işaret etse de hikaye ve dramatik yapı bunu kaldıramıyor. Türkiye’de ağır tempoyu süreyi uzatıp tempoyu düşürmeyi sanat zanneden filmlerin bayat taktiklerine kapılıyor Baker sanki olgunluk döneminde.
FİLMİN NOTU: 5.5
Künye:
Florida Projesi (The Florida Project)
Yönetmen: Sean Baker
Oyuncular: Brooklynn Prince, Willem Dafoe, Bria Vinaite, Aiden Malik, Christopher Rivera
Süre: 111 dk.
Yapım yılı: 2017
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
LOVING VINCENT: 8.8
SEVGİLİZ (NELYUBOV): 7.5
SUYUN SESİ (THE SHAPE OF WATER): 7.5
THE POST: 7.1
SOFRA SIRLARI: 6.5
DAHA: 6.4
ÜÇ BİLLBOARD EBBİNG ÇIKIŞI, MISSOURI: 6.7
BEN, TONYA (I, TONYA): 6.4
EN KARANLIK SAAT (DARKEST HOUR): 6.1
FOXTROT: 5.8
HAFIZA (REMEMORY): 5.5
İYİ GÜNLER: 5.5
ARİF V 216: 5.4
COCO: 5
LABİRENT: SON İSYAN (THE MAZE RUNNER 3): 4.8
YOLCU (THE COMMUTER): 4.8
ÖZGÜRLÜĞÜN ELLİ TONU (FİFTY SHADES FREED): 4.6
AMAN DOKTOR (DJAM): 4.5
CEBİMDEKİ YABANCI: 4.5
GÜZEL ADAM SÜREYYA: 4.5
PARAMPARÇA (IN THE FADE): 4.5
DELİHA 2: 4.3
KARABASAN (SLUMBER): 4.2
ZİRVE (LA CORDILLERA): 3.8
RUHLAR BÖLGESİ 4 (INSIDIOUS: THE LAST KEY): 3.7
ENES BATUR: HAYAL Mİ, GERÇEK Mİ?: 3.5
ARAMIZDAKİ SÖZLER (MOUNTAIN BETWEEN US): 3
ÖLÜMLÜ DÜNYA: 3
RÜZGAR: 3
HADİ BE OĞLUM: 2.8
KAYHAN: 2.4