2021 Berlin Film Festivali’nin dijital ayağı 1-7 Mart arasında gerçekleşti. Ana yarışmada dört film Almanca, iki-üç film Fransızca, iki film Macarca olsa da Romen ve Gürcü girişleri dikkat çekti. Koberidze’nin “What Do We See When We Look at the Sky?”yı ile Radu Jude’nin “Bad Luck Banging or Loony Porn”u öne çıktı. Bunlardan ikincisinin Altın Ayı’ya ulaşması ise 2004’te “Duvara Karşı”dan bu yana genelde kopyala-yapıştır sanat filmlerinin zafere yürüdüğü festivalin şanını kurtardı.
SANAL DİZİ GÖRÜNÜMLÜ FİLMLER
Dünya sinemasının belli gelenekler üzerinden yürüdüğünü gözlemlemek mümkün. Minimalist sanat sineması, sosyal gerçekçi sinema, belgesel-kurmaca-deneysel kırması melez damarlar bunların en önemlileri. Bunun ötesinde de ciddi anlamda cinsel taciz, cinsiyet eşitsizliği, LGBTİ+ hakları gibi temalar devreye girebiliyor. Buna pandemi veya Me Too sonrasına uygun yapılar da ekleniyor.
Ana yarışmadaki 15 filmin 17 yönetmeninin 12’sinin erkek olması aslında Berlin’in iddiasının altını dolduruyor mu, tartışılır. Peki ama bu isimlerin filmleri nasıl? Kurmaca ve belgesel fark etmeksizin dizi üretiminin dijital platformlarda kaliteli bir şekilde sektörü kontrolü altına almasıyla ‘sanal dizi görünümlü film’ furyası pandemi sonrasında esaslı probleme dönüştü. İşin tuhafı bu durum göstermelik bir nostaljiyle sunuluyor.
BİLİNÇALTINDAKİ KÜÇÜK EKRAN ALIŞKANLIĞININ TEZAHÜRLERİ
Sinemasal açıdan hiçbir dokunuş barındırmayan ve 217 dakikalık basit bir Netflix belgesel dizisi gibi izlenen “Mr. Bachmann and His Class”ı (“Her Bachmann Und Seine Klasse”) duyurdu. Hamagushi ise çok sevdiği küçük ekran boyutsuzluğunu bu kez üç hikayeli antolojik film “Wheel of Fortune and Fantasy” (“Guzen To Sozo”) ile devam ettirdi. Japonya’nın Linklater’ının sinemasız bir dijital kısa öykü hevesi gözlerden kaçmadı.
Maria Schrader’in “Im Your Man”i (“Ich Bin Dein Mensch”) sanki Almanya’nın Kartal Tibet-Kemal Sunal ikilisinin camp “Japon İşi”ne (1987) cevabı gibiydi. Aşırı yapay robot-insan aşkı, deneyimli yönetmene de yakışmadı. Schrader, 2020 tarihli mini dizisi ‘Unorthodox’la Netflix ezberine kaydığı yerden devam edecek hissi yarattı.
Macar sinemasının son dönemde çıkan değerli isimlerinden Benedek Fliegauf’un 2003 tarihli eserinin devam filmi “Forest - I See You Everywhere”i (“Rengeteg – Mindehol Latlak”) ise sanat sinemasından gelen anlamsız ve demode bir seri üretim hamlesiydi. Adeta Hollywood’un online platformlarındaki dizi alışkanlığına adapte olmak için üretilmiş gibiydi.
Fransız sinemasının yükselen değeri Celine Sciamma’nın “Petite Maman”sı ise değerli bir büyüme konulu LGBTİ+ dizisinin 70 dakikalık aceleye getirilmiş pilot bölümü gibi duruyordu. Yani ülke vatandaşlığı fark etmeksizin bilinçaltındaki küçük ekran alışkanlığı kalitesiz tezahürlere alan açtı.
RUIZPALACIOS’UN POLİSİYESİ EN AZINDAN FİLME BENZİYORDU
“Güeros”la (2014) çıkış yapan Ruizpalacios’un Netflix’e yaptığı epizodik polisiyesi “A Cop Movie” (“Una Pelicula de Policias”) bu anlamda en masum olan eserlerdendi... Klasik bir iki kafadar filmi olarak başlayıp ardından buluntu filme de kayarak aslında son dönemde artan melez damarlara bir ekleme yaptı. Keyifle tüketilen tür seyirliği bürokrasi eleştirisi barındırıyordu. Ama sinematografisiyle dizi kafasından çeken bir yaklaşıma da sahipti.
Dijitalin gelmesinden de bilinmez ama “Natural Light”ın (“Természetes fény”) “Forest - I See You Everywhere”e eklenip iki Macar filminin kendini seçkide bulması çok da akıl karı değildi. Zira ilki “Saul’un Oğlu” (“Saul Fia”, 2015) çakması bir eseri duyururken, başroldeki karakterle de “Bir Zamanlar Anadolu’da”daki (2011) Muhammet Uzuner’in dünyaya yayılan hesaplı ağır tempoya selam çakıyordu adeta.
ALMAN ULUSLARARASI DAĞITIMCILARA ÖZEL KONTENJAN AYRILMIŞ
Macar sinemasından feminist sinema temsilcisi gizemli bir entelektüel filmin “Spiral”in çıktığı bir dönemde bunlara ne gerek vardı düşüncesi hortladı. Cecilia Felmeri’nin çıkışı dikkat çekiciydi. Bu durum cinsiyet eşitsizliğine karşı çıkmanın göstermelik olduğunu ortaya koyuyor. Ama film NFI World Sales’in elinde olmasının zararını gördü.
Almanya’da varlık gösteren üç uluslararası dağıtımcıdan; Films Boutique, Beta Cinema ile M-appeal’den ikişer filmin girmesi aslında biraz ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ terimini akla getirdi. Ama elbette ki bu konuda markalaşan Match Factory’nin genelde ana yarışmayı görürken bu yıl yan bölümlerle sınırlı kalması da unutulmamalı.
ZORLAMA MİNİMALİZM SANCILARI
Fakat doğrusunu söylemek gerekirse Fliegauf, Speth, Schrader ve Brühl kalite yükseltmekten ziyade düşürmeye yaradı. Fransız dağıtımcılarla bağlantılar ise Cannes özentisi birer filmle temsil buldu aslında. Bu da çok barizdi! Alman-Fransız ortak yapımları da fazla abartıldı.
Bu kaliteyi düşüren seçimler sayesinde ‘zorlama minimalizm’ sancıları da hortladı. Hong Sang-Soo’nun “Introduction”ı da, Hamaguchi’nin “Wheel of Fortune and Fantasy”si de, “Mr. Bachmann and His Class” da bu hastalığa kolaylıkla dahil oluyorlar.
ORTADOĞU SİNEMASI KALİTESİZLİĞE EŞLİK ETMEDİ
Yönetmenlik koltuğundaki iki isimle cinsiyet eşitsizliği problemini çözen İki Ortadoğu filmi ise biri büyülü gerçekçilik, diğeri deneysel-belgesel kırması melez yapıdan yürüyerek hiç de fena çalışmalar sunmadılar. “Ballad of a White Cow”un İran’daki adalet sistemine aslında bir inek ve süt metaforu üzerinden kurduğu açılış ve kapanış sekansları büyüleyiciydi. Filmin orta bölümü biraz kısa olabilecek olsa da kendine özgü bir figür sinemada temsil bulabildi.
“Memory Box” ise Lübnan-Fransa-Kanada bağlantısı üzerinden sinemayı ve eski fotoğrafları da öven yaklaşımıyla öne çıkabildi. Hatıra fabrikası özellikle ilk 45-50 dakikada çok enerjik. Nev-i şahsına münhasır ve yaratıcı bir tasarım sunabiliyor. Sonrasında ise fransızcaya kayıp Batı’nın seveceği göstermelik bir gerçekçiliğe, bunun sömürüsüne kayabiliyor. Ama yine de Lübnan sinemasındaki göç temasına dair anlattıklarıyla ve ortaya koyduklarıyla da hayranlarını yaratabilir.
GÜRCİSTAN’DAN SIRA DIŞI BİR FİLM
Alexandre Koberidze’nin 150 dakikalık Rivette-Pineyro-Jeunet arası Gürcü masalı sıra dışı ve yapıbozucu bir film izlememizi sağladı. “What Do We See When We Look at the Sky?” (“Ras Vkhedavt, Rodesac Cas Vukurebt?”) ciddi anlamda geri sayımların da, epizot yazılarının da sinsice hareket ettiği, ülke sinemasının kökenlerindeki Sovyet geleneğini barındıran bir çalışmaydı.
Auteur ruhunu hissettirmesiyle değerliydi, son 10 yılda Rusya’nın yerini yavaş yavaş ikonik filmlerle Gürcistan’ın aldığına da dikkat çekti. Rivette’in kariyerini bambaşka noktaya götüren başyapıtı “Celine ve Julie” (“Céline et Julie Vont En Bateau”, 1974) ile Jeunet’nin postmodern peri masalı filmi klasiği “Amelie”yi (2001) kesiştirme egzersizi çarpıcı sonuçlar veriyor şüphesiz.
Yönetmenini de kamera kullanımından kurgu zekasına uzanan detaycılığıyla hatırlatacak bir iş bu! Koberidze, 3 saat 20 dakikalık ilk uzunundan sonra nev-i şansına münhasır bir günümüz portresi sunma olanağı buldu. Bazen egosantrik olmak da gerekir sinemada dedirtmesiyle dikkat çekti. Film, sanat yapma kaygısıyla devreye giren zorlama eğilimlerin çok uzağında durarak farkını ortaya koyuyor.
JUDE’DEN MAKAVEJEV’E YANIT
Romen Yeni Dalgası’nın gizli değeri Radu Jude de sıra dışı kimliğiyle kendi “Sweet Movie”sine (1974) imza attı. Elbette filmde essay film damarından Sjöman’ın geleneğinin de etkisi vardı. Ama pandemi sonrasında içinden sanal porno, maskeler ve alfabe geçen sosyal taşlama keyif verdi. Fakat yönetmenin 2020 tarihli cinliği “Uppercase Print” daha olmuş bir yapıttı.
Ama burada da üç bölümlü yapının sonda üç seçenekli bir şekilde bağlanması bile çılgınlık göstergesi! “Bad Luck Banging or Loony Porn”, modeliyle Makavejev’in “Sweet Movie”sine, adıyla “Love Affair or the Case of the Missing Switch Board Operator”ına (1967) verilmiş net bir yanıttı. Fakat yönetmenin de biraz sanat piyasasında olmak için ana karakterinin mücadelesini görsel açıdan işlenmemiş minimalist kadrajlarıyla, sabit planlarla resmetmesi sonradan eklenmiş gibi duran bir defo gibi.
Fakat 2004’ten bu yana genelde sanat sinemasının anlamsız ve iz bırakmayacak egzotik, gerçekçi ve vasatın altındaki üretimlerinin aldığı hakkaniyetsiz ödüllere tepki niyetine yorumlanacak bir karardı. Ildiko Enyedi önderliğinde jüri alkışlanacak bir ödül verdi. Almanca ve Fransızca filmlerin ağırlığına rağmen önemsenmemesi yerinde bir karardı. Onların çoğunluğu sisteme ve genel kriterlere uygun olmak, belli şirketlerin ürünü gibi gözükmek kuralına tam uydukları için öylesine seçilmişlerdi.
Kerem Akça’ya göre Altın Ayı 2021 adaylarının kalite sıralaması:
1-What Do We See When We Look at the Sky?
2-Bad Luck Banging or Loony Porn
3-A Cop Movie
4-Memory Box
5-Balld of a White Cow
6-Natural Light
7-Petite Maman
8-I’m Your Man
9-Forest - I See You Everywhere
10-Wheel of Fortune and Fantasy
11-Mr. Bachmann and His Class