2022 Berlin Film Festivali 10-20 Şubat arasında fiziksel gerçekleşti. Ana yarışmada yedi film Fransızca, dört film Almancaydı. Kadın hikayeleri öne çıktı. 18 eser arasında sırasıyla “Rimini”, “That Kind of Summer” ve “Robe of Gems” en iyilerdi. Altın Ayı ise 2021’deki alışık olmadığımız cesur kararın ardından yılların geleneğinin bozulmamasıyla pastoral manzaralar ve sosyal gerçekçiliğe verilerek fabrika ayarlarına şaşırtmayan dönüşü duyurdu: “Alcarras”.
MECBURİ SEÇİMLER KALİTEYİ DÜŞÜRÜYOR
Locarno’nun seçkisine kalite katan Carlo Chatrian’ın gelmesiyle beraber aslında ana yarışmada belirgin bir heyecandan söz etmek güç. Aksine Hong Sang-Soo’dan Claire Denis’ye uzanan mecburen alındı dedirtecek tercihleri bir kez daha gördük. Ama bu sene kalite 2021’e göre yüksekti. 2020’le yarışıldı mı, o tartışılır.
Ama ana yarışmadaki ‘sanal dizi görünümlü filmler’ hissi yaratan ve bilinçaltındaki bu arayışı hedefleyen göstermelik sinemanın önüne geçtiğini gösteren ürünler pek izlemedik bu yıl. Aksine yönetmenlerin kendi çabasını, izini bırakma arzusuna odaklandık. Yavaş yavaş dayama Fransız ve kopyala-yapıştır filmler devre dışı kalıyor gibi.
FRANSIZ USTALARDAN ‘OZON’ DAHA ELLE TUTULUR
Ozon ile Denis zaten almamak gibi bir durum olamaz. Onlar nasıldı diye sorarsak. Aslında büyük oranda “Peter Von Kant”ın, Fassbinder klasiği “Petra Von Kant’ın Gözyaşları”nın (“Bitters Tears of Petra Von Kant”, 1972) yeni milenyumda çıkan yeni sürümü olarak fena bir işçiliği yok. Üzerine uğraşılmış bir sanat yönetimi “Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları”nın (“Les Gouttes D’eau Sur Pierre Brulantes”, 2000) geleneğini akla getiriyor. Bir plastik-bir gerçekçi filmlere açılan kariyerde biraz ilkinin ‘düzgün’ halini elinde kaçırdı sinemacı.
Ama Ozon’un sinemasında plastik tek mekan filmleri bir ara işlerdi. Burada biraz o duygu hissediliyor. “Tutku Oyunları”ndan (“L’Amant Double”, 2017) bu yana da en iyi eserini deneyimliyoruz. Aslında Manuel Dacosse’un plastik cesaret “Saint Laurent”tan (2014) gelen sinematografisi Wyzskop’un müthiş yapım tasarımıyla uyum içinde hareket ediyor. Bu durum da aslında ünlü moda tasarımcısı filmi klasiğini başka boyuta taşıyor.
Fassbinder’e dair “Enfant Terrible” (2020) ve “Berlin Alexanderplatz” (2020) gibi denemelerin gerisinde bir iş. Bir yerden sonra Schygulla iyi olsa da kendinin parodisine dönüşen Menochet işlemiyor. Ama en azından bir damara oynuyor olarak anılacaktır: “8 Kadın”, “Sitcom”, “Potiche”.
Denis’nin ise özensiz bir sinemayla çıkagelirken bir kez daha Binoche sevgisine saplandığı “İçimdeki Güneş”deki (“Un Beau Soleil Interieur”, 2018) ‘yedinci sanat’ içerememe hali canlanıyor. Elbette Eric Gautier ve Tinderstick var. Ama film aşırı hantallıktan problemine kapılıp darmadağın olabiliyor son kalemde. Aceleye getirilmiş halini hissettiriyor.
Fransızca filmler yapan İsviçreli Ursula Meier’in “Çizgi”si (“La Ligne”, 2022) annesine vurduğu ona 200 metre yaklaşamayan kız ile annesi Christina (Tedeschi) arasındaki etkileşimi ele alıyor. Ama tek mekanı kullanma şekli aşırı bayat ve plansız hale geliyor. ‘Fransız arthouse markası’nın boyutsuzluğuna kapılan bir yapıt bu!
JESS FRANCO USULÜ ‘BİR YAZ GECESİ RÜYASI’ ROHMER’E CEVAP
Bu dilde yapılanlar arasında özellikle yarışmaya alışık Denis Coté, Rityh Panh ve Mikael Hers dikkat çekti. Ama “That Kind of Summer”da (“Un Eté Comme Ça”) adeta Jess Franco edasıyla çekilmiş ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ olarak şekillenen yaz düşlerini zekice keşfe çıkıyor. Rohmer’e büyük oranda selam çakıp onun başka boyutunu duyuruyor.
Coté’nin “Curling”le (2010) beraber en iyi filminde cinsel aydınlanma metaforu olarak canlanan ‘yaz’ ve ‘ev’ aslında müthiş bir erotik cümbüşe kayıyor. Yönetmen ince ince dokunmuş bir cinsel fantezi filmine imza atıyor. Üç kadının kendi tutkuları ve arzuları üzerine kurulu bir yaz evi düşü olarak tasarlıyor filmini. Bu durum Rohmer’e “Gündüz Güzeli” (“Belle de Jour”, 1967) ve Franco açılımı getiriyor çokça!
GÜNÜMÜZ DÜNYASINA AYNA TUTAN İKİ BİLİMKURGU FİLMİ FARK YARATTI
Kamboçyalı Rithy Panh, “Eksik Resim”de (“L’Image Manquante”, 2013) aslında stop-motion-belgesel kırması bir yapısıyla şaşırtmıştı. Distopik “Everything Will Be Ok”da deney oranını daha da arttırmış. Sinema sevgisini ise bunun üzerine enjekte etmiş. Gerçekten de bu açıdan avant-garde bir saygınlıkla ekran bölme tekniğinin de açık hava sinemasının da altını üstüne getiriyor.
Yönetmenin deneysel açıdan sınırları zorlayan filmi “Sürgün”den (“Exil”, 2016) bu yana da en çarpıcı işi aynı zamanda. Hayvanların soykırımı veya kıyıma dair de ilginç katmanlar açıyor. “Otomatik Portakal”da (“A Clockwork Orange”, 1971) Alex’e işkence niyetine gösterilen sahneleri akla getiriyor. Dünyanın distopik hali ise pandemi sonrası yaşamdan asap bozucu bir kesit olarak canlanıyor.
“Passengers of the Night” (“Les Passagers de la Nuit”, 2022), “Paris’te Gece Yarısı”na (“Midnight in Paris”, 2011) cevap olarak gelen bir Mikael Hers cinliği. Fazlasıyla da Charlotte Gainsbourg’un yolculuğuna enerjisiyle sokuyor bizi. Kurgusuyla dikkat çekici bir deneyim. Geleneksel Fransız sinemasından kopan ve 80’lere ışınlatan bir zaman yolculuğu filmi.
EN İYİ KATALAN FİLMİ LACUESTA’DAN!
İki Katalan filmi vardı. “One Year, One Night” (“Un Ano, Una Noche”), Bataclan katliamına dair iki karakterin acılarını işitsel-görsel yapı becerisiyle yansıtıyor. Isaki Lacuesta’nın İspanya’dan Fransa’ya geçişi yaramış. Gerçekçilik de hüzün de bir arada canlanıyor. Bu açıdan sarsıcı olayı cidden sömürmeden deneyimlememizi sağlayan bir iş izliyoruz. Nahuel Pérez Biscayat-Noémie Merlant iki ana karakteri müthiş bir uyumla canlandırıyor.
Carla Simon ise “Alcarras”da aslında biraz daha sosyal gerçekçilik matematiğinin peşindeydi. Ama bu durumu zorlama emellerine malzeme ediyor. Film çiftlikte yürüyüşten ibaret hale gelerek kontrolden çıkıyor. “93 Yazı” (2017) sonrası yönetmenin yine ‘samimiyeti varsa yeterli!’ düşüncesine saplandığını duyuruyor. Makineleşmiş bir sinemaya kayıyor.
ÇİN SİNEMASI GELENEĞİ HER ZAMAN DEĞERLİ!
Aslında “Nana”da Kamila Andini, Endonez bir “Aşk Zamanı” (“In the Mood for Love”, 2000) için yola çıksa da yine bir turistik gezi olarak da yorumlanacak bir işe imza atıyor. Ama estetik açıdan yapılan deneme avcuna alma becerisini gösteriyordu.
“Return to Dust”ta da Çin sinemasının bütün kuşaklarında detaylı bir yolculuk çıkıyor karşımıza büyük oranda. Bu durum dar ekran formatının izinde zaman-mekan ilişkisine de özenli bir yaklaşım katıyor. 131 dakikasına karşın sinemasal dokunuş cezbedici. Ruijun Liu baştan sona dünyanın döngüsüne dair yaptıklarıyla aslında Jia Zhangke’nin yerine oynuyor.
TV FİLMLERİ ALMANYA’DAN
Bu yılın TV kafası denebilecek iki eseri Almanya’dan “Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı” ve “Aeoui” idi. Ciddi anlamda bu iki eseri küçük ekranda görsek şaşırtmazdık. Ama ‘kadın hikayesi’ niyetine buralara gelindi gibi bir his bırakıyor. İkinin bir enerjisi var belki. Ama ikincisinde Krebitz’in kült olacak “Wild”ın (2016) tek atımlık kurşunu olduğunu ispatladığına tanıklık ediyoruz.
Kopyala-yapıştır minimalizm kralı Hong Song-Soo da bunların peşine katılabilir! Siyah-beyazda üç günde çektiği film sadece bir kesit niyetine canlanıyor. Ama bu parça sanki bir diziden kopmuş gibi!
SEİLD VE REYGADAS GELENKLERİ MÜTHİŞ TEMSİL BULDU
Seidl ve Reygadas gelenekleri ise müthiş temsil edildi. “Rimini”de üstadın en eğlenceli filmini görüyoruz. Bu damarda ise bir şarkıcı/seks işçisi profili olarak Richie Bravo var. Ona gelene kadar ise kavranası bir bütünlük eşliğinde grotesk absürd komedi namına gülecek anlar servis ediliyor. Buradan ise erkeklerin karikatürize ve eleştirilesi olabileceğine tanıklık ediyoruz Bütün anti-kayan tiplemeler ise dikkat çekici keşifler!
En çarpıcı ilk film “Robe of Gems” ise aslında mitolojik ve yöresel bir efsaneinn ‘değerli taş elbisesi’nin yaratabileceği hipnoz etkisini Reygadas etkili canlandıran bir çıkış. Bu damardan giderken Natalia Lopez’i sinemaya etkili bir şekilde sokuyor. Ama uyuşturucu karteli, işlevsiz aile ve ilişki motifleri yollarıyla canlanan bütünler çok iyi işliyor. Adrian Durazo 2.35:1’de ince bir işçilik veriyor. “Amores Perros”-“Post Tenebras Lux” kırması yapıya kaymak mümkün olabiliyor.
TAVIANI’DEN HÜZÜNLÜ BİR VEDA FİLMİ
“Piece of Sky”, “Robe of Gems” ve “Return to Dust” kadar pastoral manzaraları iyi kullanamıyor. Ama gökyüzüne ayrı bir ses getirmek için, korolar eşliğinde 1.33:1’in aralarını dolduruyor. Michael Kors kendi büyüsü olan bir filme imza atmış. Bruno Dumont’u da, Roy Andersson’u da akla getiren yaklaşım saygıya değer. Ama İsviçre’den “Unrest” daha doğru bir alım olurdu.
Ustalardan Taviani ise aslında deneysel ve hüzünlü bir veda filmine imza atmış. “Leonora Addio”, İtalyan sinemasının geleneğinden aslında bir tutam sinema sevgisi sundu. Panh ile beraber bu konuda benzer dertlere sahipti. Hüzünlendirerek ayrıldı. Genel anlamda kadın hikayeleri geleneğinin peşine takıldı.
Chatrian’ın seçkisinin Seidl’ın yıllardır beklenen kurmaca eserinin katılması nanıma bir alkışı hak ettiğini söylemek gerekiyor. Reygadas geleneğinin de yapımcı olarak canlandırılması takdire şayan. Ama onun haricinde eskiden yapılanları değiştirmeyen bir klasik programlama var.
KEREM AKÇA’NIN ANA YARIŞMA FİLMLERİ SIRALAMASI
1-Rimini 7.6
2-That Kind of Summer 7
3-Robe of Gems 6.7
4-Everything Will Be Ok 6.5
5-Passengers of the Night 6.4
6-Return to Dust 5.9
7-One Year, One Night 5.8
8-Leonora Addio 5.4
9-Peter Von Kant 5.2
10-Nana 5.1
11-Alcarras 4.9
12-Call Jane 4.8
13-Rabiye Kurnaz 4.5
14-Piece of Sky 4.5
15-Fire (Avec Amour et Acharnement) 4.3
16-Aeiou 3.8
17-The Line 3.8
18-Novelist’s Film 3
ÖDÜLLER
Altın Aslan: Alcarras
Büyük Ödül: Novelist’s Film
Jüri Ödülü: Robe of Gems
Yönetmen: Fire
Başrol Oyuncusu: Meltem Kaptan (Rabiye Kurnaz)
Yardımcı Oyuncu: Laura Basuki (Nana)
Senaryo: Rabiye Kurnaz
Artistik Katkı Ödülü: Everything Will Be Ok
Özel Jüri Mansiyonu: Piece of Sky