Cannes 2022’de yarışan ve 29 Temmuz’da MUBI’de açılacak “Crimes of the Future”u analiz ettim. Bedensel korku ustası Cronenberg, 1970’de yaptığı aynı isimli ikinci filmine yeni bir sürüm ekleme çabasına girse de formdan düştüğünü kanıtlıyor. O seviyeyi yakalayamayarak orta halli bir tür ürününe imza atıyor.
FİLMİN NOTU: 5.5
1970’DE AYNI İSİMLİ BİR FİLM YAPMIŞTI
Body horror’ın ustası olarak anılabilecek David Cronenberg, 1969’da ilk uzunu “Stereo”da bu alt türü ‘parapsikolojik korku filmi’nin içinde yorumlamaya çalışmıştı. Ancak “Ölüm Bölgesi” (“The Dead Zone”, 1983) kadar kalıcı bir şeye dönüştürememişti bu denemesini. 1970’de ise “Crimes of the Future”da House of Skin adlı teknolojik bir dermatolog kliniğindeki üretimleri ele almıştı.
Eser, kadınların ‘plastik cerrahi’yle ilişkisinden bir ‘salgın’ çıkaran bir bilimsel deney filmi olarak belirmişti. Bu konuda bolca H.G. Wells’in “Kayıp Ruhlar Adası”na (“Island of Lost Souls”, 1932) selam çakmıştı. Oradaki Dr. Moreau’ya adeta Nükleer Savaş sonrasından bir cevap gelmişti. Yönetmenin kült oyuncusu Ronald Mlodzik’in Tripod karakteri halen akıllarda. ‘Her şey bilinçaltında mı geçti?’ sorusunu ise o dönemde taze bir şekilde sormak “Eraserhead” (1979) öncesi mümkün olmuştu. 63 dakikalık dozunda bir filmdi.
BEDENSEL KORKU BAŞYAPITLARININ USTASI
Yönetmen ilk B-tipi döneminde ‘body horror’ alt türünü öncelikle “Shivers” (1975) ve “Hastanedeki Dehşet”te (“The Brood”, 1979) ‘parazit filmi’ ve ‘yaratık filmi’ klasikleri için kullanmıştı. 1980’ler ve 1990’larda ise artık için dramatik tarafını devreye sokan daha makul bütçeli ve genelde stüdyolara yaptığı başyapıtlar devreye giriyordu. “Videodrome”da (1983) televizyon dünyasının getirdiği sorunlar, “Çarpışma”da (“Crash”, 1996) cinsel fantezi filmini izdüşümleri, ““Müthiş Yemek”te (“Naked Lunch”, 1991) yaratıcılık dönemi krizi derken “Varoluş”ta (“EXistenZ”, 1999) oyun tasarımcılarının dünyasından bir sanal gerçeklik bilimkurgusu vardı.
Ama Cronenberg’in 2002’de yaptığı “Örümcek” (“Spider”) ile beraber tamamen gerçekçi filmlere geçtiği muhakkaktı. “Şiddetin Tarihçesi” (“History of Violence”, 2005) bu döneminin western-noir başyapıtı olarak geliyordu. Sonrasındaki üretimlerden ise sadece “Cosmopolis” (2012) tatmin etti. Ciddi bir düşüş dönemine giren sinemacı “Varoluş”tan bu yana bu alt türle yakın temas kurmamıştı.
1990’LARIN SONUNDA ÇEKİLMİŞ GİBİ
2022’deki “Crimes of the Future” bu geri dönüş anlamına geliyor. Ancak bu kadar başyapıta sahip bir sinemacının ne kadar kalemi oluyor ortaya çıkanlar tartışılır... Bugüne özgü bir yapıdan ziyade “Existenz”den bir sene önce çekilmesi gereken, ne cep telefonunun ne de X kuşağının içerisinde olduğu bir evren izliyoruz. İki tane performans sanatçının ‘seks yeni terapi’ adı altında biraz Zemeckis’in “Ölüm Kadına Yakışır”ına (“Death Becomes Her”, 1992) cevabı misali bir hikaye var.
Ancak 1970’de de yönetmen ‘müstakbel suçlar’ı arayıp o döneme göre iyi bir bilimsel deney filmine imza atmıştı. Bu devirde çağı yakalayamıyor. Açılış sahnesinde zaten kadın karakterlerle beraber ‘metoo dönemi’nden bir şeyler söyleme derdi açığa çıkıyor. Onun devamında da aslında Mlodzik’in Tripod’unun yerine Mortensen’in Saul Tenser’ının geldiğini öğreniyoruz.
ORGANİK VE UYUMSUZ GÖRSEL EFEKTLERİN MAĞDURU
Ama onun fazlasıyla yapay durduğu muhakkak. Filmin deneyimli bir görüntü yönetmenine emanet edilmesine karşın zamanı yakalayamadığı bir gerçek. Cronenberg’in gerçekçi tür filmlerinde kalıcı olup da bir anda geçmişe ışınlanacak takati kalmamış. Zaten “Maps to the Stars”da (2014) kariyerinin dip noktasını gördükten, ‘trash üretim’e kaydıktan sonra burada yapmak istediği aslında kariyer ivmesini düşününce boş bir denemeden başka bir şey değil.
Zira ‘body horror’ niyetine canlanan efektler hem fazla ‘organik’ hem de ‘uyumsuz’ duruyor. Mortensen’in de diğer karakterlerin de işin bu boyutuyla ilişkisi inandırıcı değil. Bunun ötesinde senaryoda yazılan diyalogların da hiçbir katkısı yok. Elbette güzellik piyasasıyla ilgili bir body horror bilimkurgu filmi yapılmasına saygı duyulmalı. Bunun “Existenz”-“Ölüm Kadına Yakışır” kırması olmasına da ikna olunabilir elbette. Ancak burada Viggo Mortensen, Cronenberg’in kendisi olmak için o kadar kasmış ki gerçekten de anlamak mümkün değil.
LEA SEYDOUX VE DON MCKELLAR DIŞINDA TUTAN OYUNCU YOK
Arka plandaki renk filtreleri ile geldiği düşünülen kıyamet sonrası bilimkurgu atmosferi halleri de aşırı zorlama duruyor. Yönetmenin son 15 senesindeki ciddi dramatik işlerden sonra burada dönme hamlesi orta halli olabiliyor anca. Lea Seydoux haricinde performanslarıyla alkışlanan bir isim de görmüyoruz. Don McKellar karizmasıyla tabi eski dost kontenjanından belli bir seviyede. Stewart bunlardan sonra en çok çabalayan olabilir.
Cronenberg, 1980’lerde 1958 tarihli Kurt Neumann klasiği “Öldüren Arzu”yu (“The Fly”) 1986’de nasıl sinema tarihinin en iyi korku yeniden çevrimlerinden “Sinek”e (“The Fly”) dönüştürdüyse burada o zindeliğe ulaşamıyor. Hitchcock 1932’de yaptığı “The Man Who Knew Too Much”ı 1956’da Hollywood’daki renkli döneminde benzer seviyede filmlere malzeme etmişti. Ama burada samimiyeti eksik bir zamanı yakalayamama hissediliyor. Julia Ducournau gibi alt türde iyi filmler yapan 2000 sonrası isimlerle yarışmakta zorlanıyor.
MANYETİK BODY HORROR BİLİMKURGU ‘FLUX GOURMET’YLE YARIŞAMIYOR
Performans sanatçılarıyla aslında ‘manyetik bir body horror örneği’ arıyoruz. Ama 2022 yapımı Peter Strickland başyapıtı “Flux Gourmet” gibi bu konuda ‘canlandırma’ metodunu zinde yapan bir rejisör görmüyoruz. Cronenberg’in filmi belli oranda da bitmemesiyle dikkat çekiyor. Sanki bir mini dizinin ilk bölümü hissiyatı da yaratabiliyor. Günümüzün ‘güzellik’ tanımından ziyade X kuşağının 90’larından çıkıp gelmek birazcık geri kalmışlık getiriyor..
“ExistenZ”de nasıl Alegra Geller-Ted Picker ikilisinin dozunda uyumuyla kült olduğunu düşünüyorsak burada da Caprice-Saul Tenser ikilisinin uyumsuz kaldığını görebiliyoruz. Cronenberg, yarım yamalak bir bedensel bilimkurgu-korku örneğine imza atmış. İçine girince Seydoux’nun cesur hamleleriyle tatmin hissi verse de Mortensen 1850’de doğmuş bir X kuşağı figürü gibi gözüküyor. Birçok kuşak atlaması gerek dedirtiyor! Yüzüklerin Efendisi’nden çıkıp gelmiş de dedirtebiliyor! Onun ağır aksak yürüyüşü fazla kopyala-yapıştır ve formül duruyor.