Kerem Akça‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

HABERİ PAYLAŞ

‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

18 Aralık’ta başlayacak Netflix orijinali “Ma Rainey: Blues’un Annesi”, “Bir Ulusun Doğuşu” ile “The Jazz Singer” arasında Afro-Amerikan bir köprü kuruyor. İkincine politik açıdan doğru bir kardeş getirmek istiyor. Ama iki üst düzey performansın ötesine geçemeyen yapım-kostüm tasarımı beceriklisi vasat bir oda filmine dönüşüyor. Aynı yıl çekilen “Giving Voice” gibi August Wilson’a saygı duruşunda bulunarak duygusallaştıran belgeselin samimiyetini ise aratıyor.

FİLMİN NOTU: 4.2

‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

‘BİR ULUSUN DOĞUŞU’ İLE ‘CAZ MUGANİSİ’ ARASINDA AFRO-AMERİKAN BİR KÖPRÜ KURUYOR

Haberin Devamı

1920’lerde ırkçılık tavandaydı. August Wilson 1982 yılında “Bir Ulusun Doğuşu”yla (“The Birth of a Nation”, 1915) “Caz Muganisi” (“The Jazz Singer”, 1927) arasında köprü kuran bir oyuna imza atmıştı aslında. İlkinde David W. Griffith’un yaklaşımı, ikincisinde Al Jolson’un karakteri Hollywood’un ırkçılık tarihinde her zaman önde gelen olaylar arasındadır.

Her iki film de yüzleri siyaha boyanarak Afro-Amerikalıları canlandıran karakterlerden oluşuyordu. Amerikan sinemasının ustalarından Griffith’in İç Savaş tarihine taraflı bakışıyla gittikçe ilkel hale gelen yapay bir politika servis ettiğini görmüştük. Beyaz Jolson ise siyahi bir müzisyeni ten rengi siyaha boyanarak bir performans sanatçısına, sesli sinemanın ilk filminde karşımıza çıkarmıştı. Bu politik açıdan tartışma yaratan iki eserin arasında köprü kurarak ciddi bir Afro-Amerikan bakışı yerleştirme arzusu yerinde bir hareket.

‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

Bu da Blues’un annesi ve Black Bottom dansının öncülerinden Ma Rainey ile trompetçi Levee arasındaki isyankar müzik-müzisyen ilişkisinin şekillenişiyle karşımıza çıkarıyor. Ses kaydının ortasında müdahale etmesi beklenen beyaz Amerikalıların tavrını mantıklı hale getiriyor. Hikaye içi sesin büyüsü o dönemin mono kayıt teknolojisini yeniden akla getirecek bir şekilde tasarlanmış. O açıdan 1920’lara atıfta bulunma arzusunun bir nostaljik tat barındırdığı da söylenebilir gayet.

BOSEMAN VE DAVIS İLE C. WOLFE ARASINDA SİKLET FARKI VAR

George C. Wolfe 2005’te HBO için yine dev kadrolu bir Afro-Amerikan blues filmine imza atmıştı. Terrence Howard’dan Delroy Lindo’ya uzanan bir kadro vardı elinde. Ancak bu eseri mavi yakalıların yaşadığı New York’un bir bölgesinde geçmesiyle emekçilerin vasat filmi haline getirmişti. Burada da yine aynı senaristle çalışıyor.

Haberin Devamı

Ruben Santiago-Hudson orada kendi özyaşamsal öyküsünden yola çıkmıştı. Burada ise Wilson’ın 1920’ler Amerika’sındaki yasaklanması beklenebilecek ses kayıt seansının arasında alıyor soluğu. Filmin diyalog açısından aşırı teatral ve didaktik hareket ettiği söylenebilir. Ne amaçla bilinmez ama sadece Boseman ile Davis’in karakterlerinin öne çıkması tercih edilmiş.

‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

BİR ÇEŞİT 1920’LER SES STÜDYOSU İLLÜZYONU

Boseman’ın prova aşamasındaki konuşmaları, Davis’in ise kayıt esnasındaki performansı filmin yegane sinemasal anlarını barındırıyor. Bu ikilinin geçmişine ise asla gitmiyoruz. Aksine Chicago’ya giriş de ormandan gelen çocukların bunların sahneye çıktığı bir yerde kendilerini bulduklarını ve bu müthiş performansa eşlik ettiklerini görüyoruz.

Haberin Devamı

Bu duruma bir çeşit sahne illüzyonu ya da ses stüdyosu büyüsü de katkıda bulunuyor. Ardından Chicago’nun performans alanına kesme ve kayıt seansı bir çeşit üst üste bağlanmış şok kesme olarak önümüze çıkarılıyor. Ama sahne-hayat ilişkisi filmi formülünün sınırlarını zorlayacak bir olgunlukta, bir modern sinema ruhuyla yansıtılmıyor hiçbir şey. Aksine ‘büyülü gerçekçilik’le teğet geçen bu dil numarası söz oyunculara geçince yarıda kalıp ‘vasat bir oda filmi’ne doğru yolculuğa çıkarıyor bizi.

‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

SANAT YÖNETİMİ ‘FENCES’IN ÜZERİNDE

“Ma Rainey: Blues’un Annesi”nin teknik ekibi fena değil. Ama daha ziyade kostümler ve sanat yönetimi öne çıkıyor. Kayıt aşamasındaki ses tasarımı da göz boyuyor, bir ‘büyü’ye odaklanma sağlıyor. Eyaletin dışına çıkınca arka planlarına kadar yaratılmış bir 20’ler Amerika’sını gözlememe şansı buluyoruz.

Tobias A. Schliessler’in kamerası aslında kaydırılarak oradan oraya atlarken, ABD’li kurgucu Andrew Monshein’ın da uyumlu bağlamalarından destek alıyor. Ancak daha ziyade kameranın oyunculara alana açma hedefiyle post-prodüksiyondaki renk ayarını tutturma hedefine tanıklık etmekle geçiyor.

George C. Wolfe, blues ile ilgili ikinci filminde de işi garantiye almış. Ama Wilson’ın kendi yazdığı uyarlaması “Çitler”deki (“Fences”, 2016) 1960’lar banliyösünden işlevsiz aile dramının arasına sızmaya benzer bir yaklaşım var. Orada sinematografinin daha oyuncu yönetimi odaklı, sürenin uzun, sanat yönetiminin ucuzcu durduğunu görmüştük. Burada ise öyle bir sorun olmaması en azından ‘neyse ki’ dedirtiyor.

‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

BOSEMAN İÇİN KARİYER ZİRVESİ Mİ?

Ama Boseman ile Davis sanki sahneye çıkmak için tiyatro oyununda sıra bekliyor izlenimi bırakıyor. Gözyaşlarıyla izlediğimiz Boseman; 20’lerin aksanını müthiş yansıtarak, adeta gevezelikten çok boyutlu bir performans çıkarmayı beceriyor. James Brown (“Get On Up” / 2014) rolünü geçemiyor. Ama “Marshall”la (2017) beraber en iyi üç performansından birine imza atıyor.

Fakat en azından bu uzadıkça uzayan biyografilerden daha modern bir uyarlamanın ortasında kendini buluyor. Bir kayıt seansını yansıtma çabasının olduğu, 130 dakikalık zorlama biyografiye kayılmadığı gerçeği tesir ediyor. “Caz Muganisi”nin ‘ilk sesli film’ algısıyla gelen kayıt trüklerinin burada bir blues sahnesine transfer edildiğini gözlemliyoruz.

Ma Rainey’nin Viola Davis tarafından Black Bottom adlı müziği seslendirdiğini gerçekten de büyülediği söylenebilir. Özellikle bu adı alan parça etkili, iz bırakıyor ve tesir ediyor. Onun kontrolü ele almasını bekliyoruz. Yine başka bir canavara dönüşen usta işi bir performans var. Süre olarak biraz yan role kaysa da başrol kadar güçlü olabiliyor Davis! Sanırsak sırrı da o.

‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

SPIKE LEE İLE REKABETE GİREMİYOR

George C. Wolfe, Levee’yi ele alsa da “Mo Better Blues” (1990) gibi Spike Lee usulü kurmaca bir trompetçi hikayesinin, stilize bir başarının yanına yanaşamıyor. 2004 tarihli “Ray”le, Eastwood’un “Bird”üyle (1988) de, Condon’ın “Rüya Kızlar”ıyla (“Dreamgirls”, 2006), hatta ve hatta “Miles Ahead”le (2017) de yarışamıyor. Trompetçi tipiyle ise “Young Man With a Horn”da (1950) Afro-Amerikalı usta-beyaz çırak ilişkisine benzer yaklaşımı da canlandırmıyor. Ki o film sinemanın en iyi müzisyen biyografileri arasındadır.

Aksine “Lady Sings The Blues” (1972), “Cadillac Records” (2008), “Honeydripper” (2007), “Lackwanna Blues”, “Get On Up”, “Born to Blue” (2015) gibi olmamış Afro-Amerikan müzik filmleri arasına katılıyor. Çoğu biyografik bu filmler sinemaya sanatına bir şey katmamıştı.

‘Ma Rainey’: Boseman ve Davis oynuyor, diğerleri seyrediyor

BİYOGRAFİK DAMARDA ‘TROMPETLİ ADAM’ İLE ‘LADY SINGS THE BLUES’U BİRLEŞTİRİYOR

Ama film, en azından tek mekanı büyülü hale getirme algısıyla aslında ‘sahne/ses kayıt stüdyosu’nun büyüsüne odaklanma düşüncesiyle bir dil arayışına da girip ‘vasat’ı yakalıyor. Bu sebeple de belli bir saygıyı hak ediyor. Özellikle Davis ve Boseman ile hatırlanacak bir 94 dakika izliyoruz.

“Lady Sings the Blues” ile “Trompetli Adam”ı birleştiren bir oda filmi deneyimliyoruz. Özellikle Curtiz’in ikincisinde ‘usta’ tiplemesini Art Hazzard adlı bir Afro-Amerikalıya çevirdiğini düşünürsek ‘Levee’ye de atıfta bulunduğunu öngörmek mümkün aslında. Fakat 2020 tarihli “Giving Voice” adlı August Wilson’a monolog yarışmasından enstantaneler sunarak saygı duruşunda bulunan kendi içinde tutarlı belgesel kadar değerli bir kurmaca eser mi tartışılır.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder