Mahsun Kırmızıgül, senarist-yönetmen olarak ürettiği altıncı uzun metrajında kendi “Cennet Sineması”na imza atmış. Bugün vizyona giren “Mucize 2: Aşk”, Talat Bulut’un yerine Fikret Kuşkan’ın geçmesiyle değil, ana öykünün devamında Foça’da filizlenen ‘eski sinema salonlarına ağıt’ meselesiyle hatırlanacaktır.
Filmin notu: 5.8
‘Küçük dev adam' Aziz'in Foça macerası
2015’te “Mucize”de bir Zaza köyündeki öğretmen-öğrenci ilişkisi filmine kulak kabartmıştık. Aziz’le Mahir öğretmenin Batılı-Doğulu diyaloğu, “İki Dil Bir Bavul”un (2009) ticari ve western destekli şubesini karşımıza çıkarmıştı. 1960’ların başında bu kez soluğu Foça’da alıyoruz. Aziz evlenmiş ve konuşmak için sınırları zorluyor, onu ise sinema besliyor.
Kırmızıgül, filminin devamına aslında İtalyan sinemasının ruhuyla yaklaşmış. “Mucize 2: Aşk”, Foça’da geçse de Sicilya’da bir kasabadaymış izlenimi bırakıyor. Figüranlarından sahil dekorlarına uzanan sanat yönetimi ise bu özenli ve detaycı dünyayı kavrıyor. Bunun ötesinde de Aziz’in hayalinde canlanan esasen ilk filmde başladığı ‘Küçük Dev Adam’ (‘Little Big Man’) misali anti-western kahramanı yolculuğunu devam ettirmek.
Eski sinemalara adanmış bir film
Karakterimiz bir sahnede dışarıdan içeri girip “Gunslinger”a (1956) eşlik ediyor, kendini bireysel bir düellonun ya da ‘kasabaya gelen yabancı’ motifinin ortasında bulabiliyor. Böylesi örnekler var. Yönetmen Ayhan Işık ve Kirk Douglas’ın öne çıktığı bir sinema fetişizmini canlandırıyor. Müstakil sinema salonlarının miadının dolduğu bir dönemde Foça’da Adara Sineması’nın inşa edilmesi göz yaşartıcı bir etki yaratıyor.
“Yedi Silahşörler”den (“The Magnificent Seven”, 1960) “400 Darbe”ye (“Les Quatres Cents Coups”, 1959), Charlie Chaplin’den “Sapık”a (“Pyscho”, 1960) uzanan 60’ların başının portresi gerçekten büyülü. Bunun ötesinde de kavrayıcı, sıcak, sempatik ve duygusal. Bu durumu yansıtırken yönetmen, ilk filmdeki karakterleri, köy sakinlerini geri plana itmiş. Sadece Şenay Gürler önde. Yazılan yeni tiplemeler de Kırmızıgül’ün kaleminin becerisini yansıtıyor.
Bu da Kırmızıgül'ün 'Cennet Sineması'
Erdal Özyağcılar ise tüm tecrübesiyle “Cennet Sineması”nın (“Cinema Paradiso”, 1988) Alfredo’su (Philippe Noiret) gibi canlanıyor. Guiseppe Tornatore’nin ‘Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı’na ulaşan filmi büyük oranda sinema büyüsüne odaklanmıştı. “Cennet Sineması”nda projeksiyoncu Alfredo’nun; 2. Dünya Savaşı yıllarında, 1980’lerde yönetmene dönüşecek Salvatore’yle usta-çırak ilişkisi gerçekten dokunaklı ve dillere destandır.
Sinemamızda Füruzan-Gülsün Karamustafa ikilisi 1990’da “Benim Sinemalarım” ile aslında onun feminist kardeşine imza atmıştı. Cannes’da Semaine de la Critique bölümünde gösterilen bir miras bırakmıştı. Hülya Avşar’ın gözünden akan sinema aşkı görülmeye değer bir büyülü gerçekçilik temsiliyle sunulmuştu. Burada ise sanki Kırmızıgül’ün “Cennet Sineması”nı izliyoruz. Başına ve sonuna Aziz’in bir bedensel engelli olarak melodramını dahil eden Türkiye probleminden de kopulmuyor.
Senarist-yönetmen, büyük oranda yaşamaktan beter hale gelen bedensel engellilere bir umut ışığı yakmak için yola çıkıyor. Üstelik Zaza olan Aziz’i anlamlı bir etnik çeşitlilik iradesine malzeme ediyor. Soykut Turan’ın 2.35:1’de genel planları döneme uygun bir yetkinlikle kavraması bir yana Hamdi Deniz-Deniz Kayık’ın kurgusu da bir ritim katıyor. Montaj sekans, uyum kesmesi ve nicesi başarılı bir şekilde devreye girebiliyor, müzik ise orkestra eşliğinde her şeye detaycı katkı veriyor.
Twist, balo ve Edith Piaf
Aslında bir sahnede Özyağcılar’ın içeride Edith Piaf dinlemesi de sinema sevgisini açık eden dokunaklı ve kilit anlardan biri. 60’ların popüler kültüründe Kirk Douglas ile Ayhan Işık önemli yer tutuyor. Bunun yanında twist ve balo bölümleri de o dönemin dışarıdan gelen kültürel dönüşümüne dikkat çekmek için değerli sekansları duyuruyor.
“Mucize 2: Aşk”ın, “Mucize” kadar iddialı bir açılış sekansı yok. Finalinin de melodramatik bağlanışı eleştirilebilir. Ama yan karakterlerin yeterince geride kalıp Biran Damla Yılmaz’ın öne çıkabilmesiyle sinema sevgisine adanmış bir filmi duyuruyor. Bunun duygusal tarafları dikkat çekerken ‘sinema mucizesi’nin peşine düşmek ise bir taraftan esas hikayenin psikolojik eğilimlerine yeni bir ekleme olarak dikkat çekiyor.
Hollywood etkili İtalyan ticari sinemasının yolunu izliyor
Kırmızıgül, bu kez Tornatore’nin diline yaklaşmış, onun ülkesinde Hollywood estetiğini uygulamasıyla çok da kalıcı olamadığı kariyerine tek filmle yaklaşıyor. İtalyan sinemasının sıcaklığı seyirciye siniyor. En azından “Cennet Sineması” modelinde amatör ruhlu ve vasat “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” (2004) gibi dağınık bir iş canlanmıyor. Aksine herkesin kendi mucizesinin peşine düştüğü ve mizahi köy karakterlerinin devre dışı kaldığı bir dram var. “Sinema Bir Mucizedir” (2005) gibi Yeşilçam kafasında bir külüstürlük abidesi de izlemiyoruz.
Özellikle Mert Turak ve Erdal Özyağcılar’ın performanslarıyla parladığı “Mucize 2: Aşk”, ölçülü bir film. Doğayı da oyuncuları da yerinde kullanıyor. Sanat yönetiminde ağaç imgesini de başka şeyleri de gayet belirgin bir sinema malzemesine dönüştürüyor, fazla sırıtan öğe yok. Tarihi atmosferiyle Yılmaz Erdoğan’ın “Vizontele”sine (2001) rakip olarak geliyor ve rekabete hazır bir şekilde köşesine çekiliyor.