16 Eylül’de tüm dünyada dijital prömiyerini yapan Antonio Campos’un Netflix orijinali “The Devil All The Time”, yönetmenin kariyerinin en sıradan filmlerinden. “Ucuz Roman”a tarihi bir sıra dışı şiddet öyküleri ya da southern gothic cevabı gibi konumlanıyor. Ama en iyimser yorumla ortalama bir roman uyarlaması.
Filmin notu: 5.5
Campos'un 'Ucuz Roman'a tarihi southern gothic cevabı
Donald Ray Pollock’un romanı, ABD’de ortaya çıkan şiddet olaylarını 1940’lardan 1960’lara uzanarak içine alıyor. Sanki bir Derin Amerika alegorisi gibi şekilleniyor. Bunun için de aslında kesişen hayatlar filminin modern kanadından ilerliyor. Tarantino’nun “Ucuz Roman”ının (“Pulp Fiction”, 1994) southern gothic şubesini duyuruyor gibi bir hali var. Ama bu damara ulaşırken Peckinpah etkisini de barındırmıyor değil.
Campos, Brady Corbet’in yanında çalışmış Lol Crawley’den dönemsel doku için 35mm çalışmasını istemiş. Bunu burada “Okul Çıkışı” (“Afterschool”, 2008) ve “Paranoya” (“Martha Marcy May Marlene”, 2011) kadar iddialı hale getirmiş mi? Tartışılır. Ama uyarlamanın gerçekten de farklı bir kafası var. Sanki bir çeşit ‘sıra dışı şiddet öyküleri’ olarak ilerliyor. Bu antolojik kafadan da 2. Dünya Savaşı gazisi, iki seri katil, bir vaiz ve bir yetim çocuğun buluşması aslında şiddet incelemesinin tasvirine uzanıyor.
Romancının dış sesi okuma tiyatrosu etkisi yapabiliyor
Aslında bu durumu kafa yapan anları üst üste atmakla tasvir etmiş Campos. Bunun üzerine ise Pollock’un dış sesi anlatıcı olarak yerleşiyor. Bu tercih konusunda aslında şüphelerimiz var. Bazı anlarda okuma tiyatrosuna dönen bir dönemsel atmosfer izliyoruz. Filmin özellikle ilk yarısında beklenen kara komedi tonu canlanmıyor. Metnin gerektirdiği Ferreri ile Tarantino arasındaki alaycılığın yakınından bile geçilmiyor. Ama Jason Clarke’ın filmin ortasında devreye girmesiyle böylesi bir damar devreye girebiliyor.
Bunun ötesinde kaydırılan kameradan ziyade karakterlerin bilinmedik bir şekilde art arda dizilmiş şiddet uygulama anlarının yansıtıldığını görüyoruz. Elbette sadece kendi dünyası olan bir dini tarikat filmi izlemek gibi bir derdimiz yok. Ama şiddet olgusunun anlatıcı sesinin sakilliğinden daha yaratıcı kullanılmasını da bekliyoruz. Seyirci olarak böylesi iddialı bir uyarlamada ‘estetik’ dertlerimiz var.
Jason Clarke'ın girişiyle kara komedi rahatlaması yaşanıyor
Pollock’un Clarke devreye girince biraz dışarıda kalması filmi yükseltiyor. Bazı karakterler de yine güldürebiliyor. Robert Pattinson, şüphesiz en iyi oyuncu. Ama Tom Holland ve Mia Wasikowska da idare ediyor. Jason Clarke-Riley Keough ikilisinin devreye girdiklerini kalitelerini hissettirmelerine finalde eklenme olanağı buluyor. Ama hikayelerin bağlanması da iddiayı taşıma şansını ortalama hale getirebiliyor en iyi ihtimalle.
Campos’un “Okul Çıkışı”, “Katil Simon” (“Simon Killer”, 2012), “Christine” (2016) ile birlikte toplumsal şiddetle ilgili kendi dili olan kurmaca filmler çektiğini biliyoruz. Ama ikinci eserinde biraz memuriyet ve hikayesizlik tökezlemesi yaşamıştı. Burada da benzer kasılma, zorlama ve hantal bir yapıya sebebiyet veriyor. Yönetmenliğini yaptığı 2020 tarihli antolojik Netflix orijinali “Homemade”in en iyi kısası olan ‘Annex’ daha iyiydi, pandemi sürecini ve kıyamet paranoyasını müthiş yansıtıyordu.
Yönetmenin formda bir projesinde rahatlıkla “Ucuz Roman”a southern gothic cevaba dönüşebilecek eser, tutmamış anlardan da kurtulamıyor. Romanın yazarının eseri kontrolü altına alma arzusu filmin en büyük zaafı. Keşke seri katiller ve vaiz dışındaki karakterleri canlandıran oyuncular da bir enerji katabilseydi. Araya ‘tip’e dönüşen tiplemelerin yerine romanı yazan ismin anlatıcı olarak girmesine gerek kalmasaydı!
Pattinson'ın Robert Mitchum'a selamı var
Bu haliyle de “The Devil All The Time”, ABD’nin derinlerinde saklanan şiddet probleminin üst üste yerleşen skeçlerle can sıkıp kontrolden çıkmasına dair bir şeyler söylüyor. Ama bir Peckinpah, bir Tarantino dokunuşuyla yorumlanmasına da izin vermiyor. Ciddi bir oyuncu seçimi problemi var. Bill Skasgard, Haley Bennett, Sebastian Stan gibi oyuncular rollerini kaldıramıyor.
Pattinson’ın özellikle “Caniler Avcısı”nın (“The Night of the Hunter”, 1955) Robert Mitchum’ıvari southern gothic keskinliği aşırı kalıcı. Kökten dinciliğe, tarikat problemine dair, bu durumun şiddete döndüğü üzerinden çok net şeyler söylüyor bu portreleme gücü. Böylece ‘kötülük’ açığa çıkarıyor. Ama bunun ötesinde de aslında bir şeylerin noktalanması gerekirmiş.
Her açıdan Tarantino'yu aratan bir film
Bu haliyle “Vegas’ta Korku ve Nefret” (“Fear and Loathing in Las Vegas”, 1998) ve “Gizli Kusur” (“Inherent Vice”, 2014) gibi kült roman uyarlamalarında gördüğümüz olmamışlık, yarıda kalmışlık sıkıntısı var. Filmin ciddi bir etkili besteci problemi de canlanıyor. Görüntü yönetmeni ise büyük oranda daha iddialı olabilirmiş. Bir uyumsuzluk ya da memuriyet var. Etkili olmaktan ziyade idare etme algısı var. Jody Lee lipes aranıyor! Paulo Campos’un ortak senaristliği bir katkı vermemiş, aksine olumsuz bir tercihe dönüşmüş.
“The Devil All The Time”ın daha derli toplu bir filme dönüşmesi mümkünmüş. Ama oyuncu tercihindeki problemlerin yanı sıra senaryo, atmosfer ve daha fazlası bir memuriyet getiriyor. Yönetmene böylesi bir prodüksiyon ağır gelmiş. Netflix’in verdiği yüksek bütçenin rahatlığı ters tepmiş. Bu sebeple de film, toplumsal şiddetin en can kalıcı yerlerde yol açabileceği erozyona dair bir dil oluşturan Campos için de ileri bir adım olmuyor. Yönetmenlik ve senaristlik koltuğunda Tarantino gibi kara komedi üzerine ihtisas yapmış bir isim aranıyor.