Bir okurum, Instagram’dan yazdı mesajlarla ilişkisi hakkında bana epey soru soruyor. Tabii buna ilişki denirse... Çünkü anlattıklarına göre; erkek istemiyor ama okurumun da zorlamasıyla sanki ilişkisi varmış gibi yapıyor. Erkek, ayrılmak için sürekli bahaneler buluyor, okuruma hakaret içeren sözcükler söylüyor, kovuyor falan.
Ama okurum o erkeğin kendisini sevdiğinde ısrarlı ve ben ne kadar “Hayır sevmiyor” desem de “Ama bana sevdiğini söylemişti” bahanesinin arkasına sığınıyor. “Ben ona aşığım, onsuz nefes bile alamam” diyor. Oysa yaşadığı şey bir aşk değil sendrom...
Geçenlerde bir film izlerken ağzımdan “Stockholm Sendromu’ lafı çıktı. 10 yaşındaki ikiz kızlarımdan Mavi “Baba o ne demek?” diye sordu. O an ona anlatamadım ama şimdi yeri geldi, hem Mavi okusun diye, hem de bana sürekli DM yazan okurum belki anlar diye şu Stokholm Sendorum’nu bir hatırlatayım dedim.
1973’TEKİ ACAYİP OLAY
1973’te Stockholm’de bir bankaya giren 3 soyguncu 4 kişiyi rehin aldı. Bu olay 6 gün sürdü. 6 gün sonra polis bankaya girdiğinde rehinelerin de soyguncularla birlikte direndiğini gördü. Rehineler, soyguncular aleyhine tanıklık etmeyi reddetti. Hatta para toplayıp, soyguncuların savunmalarına yardımcı oldular.
Rehinelerden biri, soygunculardan biriyle daha sonra evlendi. Bu olaydan sonra psikolojide ‘Stockholm Sendromu’ deyimi kullanılmaya başlandı. ‘Stockholm Sendromu’nda kurban, baskı gösteren kişinin kendisini öldürebileceğinden korkar. Ölüm korkusu, kurbanın hayatta kalma isteğini arttırır. Bir süre sonra kurban, kendisine baskı uygulayan kişi karşısında iyice acizleştiğini hisseder.
En küçük bir ihtiyacında bile ona bağlı olduğunu düşünmeye başlar. Baskı uygulayan kişinin zaman zaman ‘bir parmak bal’ misali yaptığı iyilikler, kurbanın gözünde inanılmaz şekilde büyür. Kurban artık, baskıcının şiddet eğilimini göz ardı etmeye başlamıştır. İçinde bulunduğu tehlikeyi de bilinçaltına itmiştir. Kurban tek bağının, hayatındaki tek olumlu şeyin, baskı uygulayan kişiyle arasındaki ilişki olduğunu düşünür.
Bu ilişkiyi kaybetmek istemez. Artık baskıcıdan ayrılmak çok ama çok zorlaşmıştır. Kurbanlar, böyle bir duruma düştüklerinde ‘Stockholm Sendromu’ yaşadıklarının farkında olmuyor. Ve birçoğu bunu ‘aşk’ sanıyor. Karşısındaki insanın yaptığı tüm zorbalıkları, uyguladığı tüm baskıları “Beni sevdiği için yapıyor” diyerek hoş görüyor.
Olayın saçmalığını, garipliğini anladığı zaman ise iş işten geçmiş oluyor. Bu kez de ‘bağımlılık’ sorunu yaşamaya başlıyor. Sanki o hayatında giderse, hiçbir şey yapamayacakmış gibi hissediyor. Uyuşturucu bağımlılarının mal bulamadığı zaman yaşadıkları ‘yoksunluk krizi’ gibi... Sonuç, aşk sandığınız şey aslında sizi eriten, tüketen bir şey olabilir, dikkat!
BARİ BU YIL SAKLAMAYIN
■ Biri varsa hayatında binlerce kez ‘Seni seviyorum’ demekten çekinme.
■ Elini tutmaktan, beline sarılmaktan, göz göze bakışmaktan korkma.
■ Aşk konusunda cimrilik yapma, duygularını açığa çıkmasını engllemeye çalışma.
■ Rahat ol biraz, bak o zaman hayatın nasıl daha güzel olduğunu anlayacaksın. Yemeğin tatlanacak, filmlerin renklenecek, şarkıların en güzel ezgilerle donanacak. İç sıkıntıların sona erecek, paylaşmanın nasıl güzel bir şey olduğunu anlayacaksın.
■ Ve kutsanacaksın arkadaşım, aşkla kutsanacaksın, sevgiyle kutsanacaksın.
■ Bir insanı sevmenin, sevdiğini söylemenin dünyanın en kutsal şeyi olduğunu anlayacaksın.
■ Şimdi tam da sırası. Hadi kalk git yanına ‘Seni seviyorum’ de.
■ Uzaktaysa al eline telefonu ara, söyle. Olmadı mesaj yolla, anlat duygularını.
■ Sevmekten öte ne olabilir ki bu dünyada? ‘Yalan dünyada?’