Sizin de çevrenizde sevgilisi olmayan ve “Bu benim tercihim” diyenler çoğaldı mı? Son zamanlarda şehirli kadın ve erkeklerin yalnızlığı bir yaşam biçimi olarak kabul ettiğine dair araştırma sonuçları çoğaldı. Peki insanlar yalnızlığı bilerek ve isteyerek mi tercih ediyor yoksa mecbur mu kalıyor?
8 YILDA YÜZDE 73 ARTIŞ
Günümüzde yalnızlıktan yakınan olduğu gibi, “Ben böyle mutluyum” deyip hayatını yalnız sürdürenler de var elbette (Buradaki yalnızlık, sevgili ya da eş olmaması durumu. Yoksa aile ve arkadaşlar kast edilmiyor). Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre; Türkiye’de yalnız yaşayanların sayısı son 8 yılda 2 milyondan fazla artarak 2.9 milyondan 5 milyon 67 bine bine çıktı. Daha önce en çok 65 yaş üstü kadınlarda gözlenen yalnız yaşama, giderek daha genç yaştakileri de içine almaya başladı. Ülke genelinde her 5 evden birinde sadece bir kişi ikamet ediyor. Bu veriye göre; yalnız yaşamanın artık bir tercih haline dönüştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Ailesinden ayrı bir evde yalnız yaşamayıp, duygusal anlamda yalnız olanları da hesaba kattığımızda devasa bir toplulukla karşı karşıya kalıyoruz. Her ne kadar bu insanlar “Ben yalnızlığı kendim tercih ettim. Yoksa ne doktorlar ne mühendisler...” diye başlayan cümleler kursalar da kazın ayağı öyle değil. Kişiyi yalnızlığı tercih etmeye iten sebeplerin başında geçmişlerindeki travmatik aşk ilişkileri geliyor. Şimdi gelelim kimlerin yalnızlığı tercih ettiklerine...
1- SON BİRKAÇ İLİŞKİSİNDE ALDATILAN YA DA TERK EDİLENLER
Güven duyguları neredeyse sıfıra inen bu insanlar yeni bir ilişkiye başlama konusunda çok tedirgindir. Aynı acıları tekrar yaşamaktansa hayatına kimseyi almamayı yeğ tutarlar. Çevresindeki herkese şüpheyle bakmakta, bu yüzden sağlıklı mantık yürütememektedirler. Ancak kendi iç dünyalarında büyük fırtınalar yaşamakta, bunu da sürekli sosyal faaliyetlerde bulunarak maskelemektedirler.
2- BOŞANANLAR YA DA EVLİLİĞİN EŞİĞİNDEN DÖNENLER
Mutsuz evlilikten sonra boşanıp yeni bir hayata geçenler de ilişki kurmakta zorlanıyor. Boşanma anlaşmalı dahi olsa travmatik bir durumdur. Bu travmayı da uzman yardımı almadan atlatmak zordur. Evlenmeye karar verdiği kişiden darbe yiyenler ya da çeşitli sebeplerle evliliği gerçekleştiremeyenler de bu kategori içinde yer alıyor. Her şeye baştan başlamak onlara zor geliyor.
3- ÇEVRESİNDE HEP MUTSUZ EVLİLİK VE BOŞANMA GÖRENLER
Anne-babasının ya da yakın akrabalarının evliliklerinde mutsuz olması ve sürekli tartışıyor olması kişiyi hem evlilikten hem de uzun soluklu ilişkilerden soğutabiliyor. Ayrıca kişinin çevresinde yaşayan evli çiftlerin kavgalarına ya da tartışmalarına şahit olması da bu korkunun artmasına sebep olabilir. Doğal olarak “Ben de hayatıma birini alırsam böyle olacak” kaygısını kapılıyor.
4- İSTESE DE UZUN SOLUKLU İLİŞKİ KURAMAYANLAR
Özgüven eksikliği olanlar, narsistik kişiliğe sahip olanlar, egosu çok yüksek olanlar bu kategoriye giriyor. Bu tür insanlar sadece kısa süreli ilişkiler kurabiliyor. İlişki yol alıp bir noktaya doğru ilerlediğinde mutlaka hata yapıyorlar ve terk ediliyorlar.
5- İLİŞKİ SORUMLULUĞU KONUSUNDA PROBLEM YAŞAYANLAR
Yaşadıkları ilişkide sorumluluğu üzerine almayıp ‘tek başına’ gibi davranmaya devam edenler de yalnız kalmaya mahkum oluyor. ‘Biz olmayı’ beceremeyip, sanki hayatlarında kimse yokmuş gibi davranmaya devam ettikleri sürece de uzun ve sağlıklı ilişki kuramıyorlar. Gelip geçici ilişkiler yaşamak işlerine geliyor.
KURTULMAK GEREK
Sonuç olarak yalnızlık yukarıdaki kategorilere dahil olan insanlar için sanki ‘tercih’ gibi görünse de aslında zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. ‘Yalnız’lığın kutsanmaması gereken bir olgu olduğuna dair araştırmalar var. Örneğin; son 50 yılda yapılan birçok araştırma evli olmayanlarda ve yalnız yaşayanlarda kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin arttığını gösteriyor. Yeni yapılan bir çalışma bu kişilerde kalp krizlerinin daha sık olduğunu ve iyileşmelerinin de evli olanlara göre daha zor olduğunu ortaya koydu. Finlandiya’da yapılan bir araştırmada da yalnız yaşayan insanlarda akıl ve ruh hastalıkları oranının daha yüksek olabileceği ortaya çıktı. Başkalarıyla birlikte yaşayan insanların, sosyal hayatlarının daha aktif olması ve daha yüksek seviyede manevi destek almaları nedeniyle, akıl ve ruh hastalıklarına karşı daha iyi korundukları söyleniyor.