Ustam, dillere destan hikayeni anlatsana bize?
Yedi yaşındayken Mardin’den Adana’ya gurbete geldim. Gurbet başka bir duygudur. Çaresizlikten gurbete düşenler ne demek istediğimi iyi anlar. Yıllarca restoranlarda çalıştım. Bugün 12 restoranım var ve yurtdışına açılmaya çalışıyorum. Kolay olmadı. Adana’da Hürriyet Mahallesi’nde Haco Ana’nın kiralık evlerinde, benimle aynı kaderi paylaşan pek çok gurbetçi çocukla üst üste uyurduk.
Sadece yatak ve battaniye kiralayarak uyuduğumuz evleri unutamam. Yastık niyetine pantolon, kazak ne varsa katlayıp başımızın altına koyardık. Aylarca banyo yapamadığımızı biliyorum. Çıkardığımız pantolonu sadece suyla yıkayabildiğimiz için kaskatı olurdu.
İlk nerede çalıştın?
10 yaşındayım. Adana’da sabah çorbacıda, akşam da dönemin en meşhur kebapçısı olan İstanbul Kebap Evi’nde çalışıyordum. İlk ustam Mehmet İstanbulluydu. Sabah akşam bardak yıkıyordum,soğan ve sarımsak soyuyorum. O zaman telefon yoktu, siparişi tek tek alırdık. Elime defter kalem tutuşturup sipariş toplamaya yolluyorlardı beni. Elde defter kalem vardı da okumam yazmam yoktu. “Abi, siparişini şuraya yaz da ustama götüreyim” diye yalvarıyordum.
İlk kebabını ne zaman yaptın?
Hep derim: doğuştan kebapçıyım ben. Yedi yaşında başladım kebap yapmaya ve her aşamasını görerek, yaşayarak, içinde yoğrularak öğrendim. Bir süre sonra annem ve babam Adana’ya taşındı. Uzun süre sonra ilk kez mis gibi kokan bir eve ve annemin sıcak yemeklerine kavuşmuştum. Hayatımın her döneminin ben de bir izi vardır. İyi ki o izler duruyor. Hayat okulundan geçmek, başka hiçbir şeye benzemiyor.
TRT’de ‘Kimsesiz Çocuklar’ belgeselinde seni gören aile, İstanbul’a seni bulmaya gelmiş, değil mi?
Ben hep çalıştım. Patron, dükkanda yatmama izin verdi ama sandalyelerin üzerinde yatıyordum. Üç saat uykuyla sabah işe koyulurdum. Hayli yıpratıcıydı. Ben de dışarlarda yatmaya başladım. TRT, ‘Kimsesiz Çocuklar’ belgeselinde benimle röportaj yapınca ailem beni bulmaya geldi.
Biriktirdiğim paraları bir bankacıya emanet etmiştim. Paraları alıp babama verince babam bir an duraksadı ve “Oğlum, yerin iyiyse kal istersen burada” dedi. İçimin cız ettiği andır bu. Adana’ya döndüm, 14 yaşında evlendim. 20 yaşına geldiğimde beş çocuğum vardı. Biz çocuk damat ve çocuk gelin olmuştuk. Çocukluğuma dair anlatabileceğim bir anım dahi yok.
11 YAŞINDAYKEN ‘ARTİST OLACAĞIM’ DİYE İSTANBUL’A KAÇTIM
Bu kadar küçük yaşta usta olmak nasıl bir şey?
Çok nahiftim. Düşünsene, okuma yazma bilmiyorum. Yoldan geçen birine saat sormayı akıl edemiyorum. Taa merkeze kadar yürüyüp dev saat kulesinin yanına gidiyordum. Oradan birini çeviriyordum ve bana saati söylemesini istiyordum. Bu arada büyük bir Yılmaz Güney hayranıyım. Böylece evden kaçtım. 11 yaşında artist olacağım diye İstanbul’a kaçtım.
Otogarda indim. Türkçem kötüydü, şehir dev gibiydi. Sokaklarda yatıyordum. Gezi Parkı’nda çok uyumuşluğum vardır. Günlerce iş aradım. Sonunda Laleli’de ‘Usta aranıyor’ diye bir iş ilanı gördüm. Restorana gittiğimde 12 yaşında olduğum için usta olduğuma inanmadılar, alay ettiler. Baktım olmuyor, aynı dükkana bulaşıkçı olarak girdim.
Üç ay sonra usta gidince önüme beş kuzu koydular. Milim atık bırakmadan her tarafını en doğru şekilde kesip ayırmama inanamadılar. Ardından tezgaha yetişmek için iki domates kasasını ters çevirip üzerine çıktım ve ustalığımı göstermeye başladım.
HAYAT HİKAYEM KİTAP OLDU FİLMİ DE ÇEKİLECEK
Gelecek hedeflerin neler?
Geldiğimiz noktada yurt dışına açılma projelerimiz vardı. Pandemi pek çok şeyi sekteye uğrattı. Dubai’de her şeyini hazırladığımız dükkanı açamadık ve beklemeye aldık. Bu ara biraz daha soğuk zincire ve pakete yöneleceğiz. Çok yakında dondurulmuş gıda sektöründe Bedri Usta markasını görebilirsiniz. Kebap ve lahmacunun lezzetini koruyarak dondurulmuş gıda olarak satışa sunmayı planlıyorum. Pandemi sırasında evden çıkamayıp kebap yemeyi özleyenlere, öğrencilere, sağlık çalışanlarına ve ekonomik olarak imkansızlık içinde yaşayanlara ücretsiz kebap dağıttım.
Bir de yazdığın kitap var, ondan da bahseder misin?
Eylül ayında, Destek Yayınları’ndan ilk kitabım çıkacak. Hayatım kitap oldu. Hatta kitabı senaryolaştırıp film çekme teklifi bile aldım. İsim arayışındayız. Kitapta; geldiğim yeri, yaşam çabamı ve gençlere önerilerimi anlattım. Damdan düşenin halinden anlarım. Çünkü ben de o damdan düştüm. Ayakta kaldım, başardım ve yılmadım.
İLK SEYYAR TABLAMI KALAMIŞ’TAKİ RESTORANIMDA SERGİLİYORUM
Adana’ya dönünce neler yaptın?
14 yaşındayken amcamın sebze ve meyve sattığı seyyar tablasını alıp, seyyar kebapçılık yapmaya karar verdim. Param yoktu. Tezgahımı kasap, manav ve ekmek fırınının tam karşısına kurdum. İlk müşterim geldiğinde koşup hemen et, ekmek alıp şiş yapıyordum. Tedarikçilerime yakın ilk dükkanımı açmıştım ve şahane para kazanıyordum. O ilk seyyar tablam Kalamış’ta, yeni açtığım restoranın köşesinde selfie alanı olarak kullanılıyor şimdi. “İlk dükkanımın önünde poz verin” diyorum sevdiklerime.
İlk restoranını nasıl açtın?
Eskiden esnaflar birbirine çok güvenirdi. Benim çalışkanlığım da biliniyordu. Borca girdim. Kaybedecek bir şeyim yoktu. İyi ustaydım, becerime ve çalışkanlığıma güveniyordum. Dokuz kardeş orada birleştik. Bizim dönüm noktamız o dükkandı. Göztepe’de ve Bağdat Caddesi’nde peş peşe restoranlar açtık. Sonra kendi ismimi markalaştırıp kendi dükkanlarımı açmaya başladım. Kısa sürede sekiz kişiye franchise verdim. Tek şartım mutfak ekibini organize ederek, kaliteden ödün vermemekti. Benim pazarlama gücüm lezzetimdi ve yaygınlaşarak reklam yapmayı seçtim.
GÖÇ EDEN TATLAR
Türkiye, dünya sıralamasında en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke olma konumunu sürdürüyor. Bu göç sürdükçe, kendi isteği dışında ülkesinden ayrılmak zorunda kalanlar, kültürlerinin en önemli parçası olan yemeklerini Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) vasıtasıyla toplamışlar. Bana da ulaşan ‘Lezzet Paylaştıkça Güzel 2020’ takviminde, ülkemizde bulunan mültecilerin kendi mutfaklarına özel tarifleri bulunuyor.
Bu projenin temel amacı mültecilerin ülkemize olan entegrasyonu ve sosyal uyum. Bu, mutfaklar arasındaki etkileşime şahitlik etmekten memnuniyet duydum. Bu özel proje; UNHCR, İKSV İstanbul Tasarım Bienali işbirliği ve Mutfak Sanatları ev sahipliğinde gerçekleşmiş. Sosyal uyumun bir parçası olan bu tarz çalışmaların hep yanında olduğumu bu vesile ile belirtiyor ve kutluyorum.
PAZARA GİDİN!
Sağlıklı beslenmenin, her geçen gün daha çok gündemimizde yer etmeye başladığı şu günlerde, ne yediğimizi de yeniden değerlendirme zamanıdır. Çocukluğumda, mis kokulu domateslerle ve çıtır çıtır biberlerle ettiğim kahvaltıların tadı hâlâ damağımda. O zamanlar mevsimi gelmemiş hiçbir şeye yer yoktu sofralarımızda. Çilek yemek için özlemle yazı beklerdik.
O çilek, mis kokusuyla buram buram bir lezzet verirdi damaklarımıza. Şimdi ise seralar sayesinde pek çok meyve ve sebzeyi zamansız yeme lüksümüz oldu. Ancak bu sağlıklı bir tüketim mi, bilemiyorum. Ben kendi aileme ve sizlere, sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmeyi öneriyorum. Bunun hepimiz için en sağlıklısı olduğunu düşünüyorum. Pazara gidin ve en tazesini alın. Sonra da afiyetle tüketin. Bence her şey zamanında güzel dostlar!
BENDEN TAM NOT ALMAK İSTEYENLERE DUYRULUR!!!
Ne yaparsak yapalım, hangi iş kolunda çalışırsak çalışalım yaptığımız işe akıl, özen ve çalışkanlık kattığımız kadar başarıya ulaşırız. Her iş verilen emek kadar değerlidir. Bize de bu emeğe saygı duymak düşer. Benden tam not almak isteyenler, beni sadece pişirdiğim yemeklerle değil hayata karşı duruşumla da takip etmelidir.
Erkek şiddetinin giderek tırmandığı, kadın cinayetlerinin hunharca sürdüğü şu günlerde, önce insan sonra bir baba ve eş olarak söylüyorum ki: Kadın hassasiyeti taşımayanlar, kadın cinayetleri hakkında konuşurken “Ama…”, “Fakat…” gibi kelimelerle başlayan cümleler kuranlar, kadını öldürerek namusu savunanlar benden uzak dursun. Onlar dünyanın en iyi yemeğini yapsa da onlara verecek hiçbir notum yok.