Dünya üzerinde bir öyle bir yer düşünün ki, henüz kundakta renginiz pembeyken başlasın mücadeleniz. Çocukken uslu ve hanım hanımcık, genç kızken oturaklı ve edepli, evlendiğinizde sadık ve ömrünü kocasına adayan, yaşam boyu idealize edilen bir kadın algısıyla geçsin ömrünüz. Tüm bunlar yüzyıllarca birileri tarafından söylemler ve eylemlerle beslendi, büyütüldü ve sonunda bir canavara dönüştü. Şimdiyse yıllarca içimizde büyüttüğümüz o canavarlar her gün bir kadının daha yaşama hakkını acımasızca elinden alıyor.
İsimler değişiyor, katiller tanıdık
Özgecan Arslan, Güleda Cankel, Ceren Özdemir ve sayısız kadın cinayetinin son kurbanı Pınar Gültekin... Sonu bir erkek tarafından yazılan yüzlerce, belki de binlerce kadını yitirdik. Boğazı kesilen, bedeni parçalanan, yakılan, boğulan sayısız evlat, anne, eş ve sevgili... Sebepler çoğu zaman benzer. Boşanmak isteyen, ilişkisini sonlandırmak isteyen, çalışmak isteyen, adetlere karşı gelip okumak isteyen kadınlar... Katiller de çoğunlukla tanıdık. Kimi zaman eski eş, eski sevgili, kimi zaman erkek kardeş veya baba. Yıllardır üçüncü sayfa haberlerinde okuduğumuz, siyasetten, ekonomiden ve politik meselelerden gündeme bile getirmeyi başaramadığımız, olur da gündeme gelmişse bile bir gün konuşup ertesi gün unuttuğumuz sayısız isim, sayısız can, sayısız beden... Ve bugün bizler hayati önem taşıyan diğer konularımız(!) ile meşgulken birlileri susturuluyor, sindiriliyor ve öldürülüyor. Tüm bu olanlar ister kilometrelerce uzağımızda olsun, ister nefes kadar yakınımızda, her biri içimizde yaşanıyor. İşte bu sebepledir ki, yaşananlardan hepimiz sorumluyuz.
Daha kaç kurban vereceğiz?
Dilimiz, dinimiz, ırkımız, cinsiyetimiz her ne olursa olsun, bu ülkenin vatandaşı olarak en temel anayasal hakkımız yaşama hakkı. Ve bu hakkın güvencesini ve koruyuculuğunu üstlenen yegane varlık devlet. Fakat bugün gelinen noktada bir kadın olarak hangimiz kendimizi güvende hissediyoruz? Ya da hangimiz faillerin kanun önüne çıktıklarında hak ettikleri cezayı alacaklarına inanıyoruz? Hangimiz kanunların kadınları korumakta yeterli olduğunu söyleyebiliriz? Tüm bunlara verilen cevaplar yaşananların politik çerçevesini çiziyor. Bu soruların yanıtlarını tabii ki sorgulayacak ve tartışacağız. Fakat toplum olarak kendimizi tüm bu yaşananların dışında tutabilmemizin imkanı var mı? Kadınları giydikleri, sürdükleri, seçtikleri yaşam tarzları üzerinden yaftalayan, onlara saat kaçta nerede olacağından, bulunacağı alana kadar sınırlar çizen ve adına ‘edep- ahlak’ dediğimiz değerler üzerinden bir aşağılık ve öteki söylemini yaratanlara karşı her birimiz birey olarak gerekli mücadeleyi verdik mi?
Her geçen gün bir başka kadının yaşama hakkını elinden alan bu katiller içimizde doğuyor, büyüyor ve bir canavara dönüşüyorlar. Ve korkarım ki bu sorunlar halının altına süpürülmeye devam ettiği müddetçe ölecek, öldürüleceğiz.