MRauf AteşKonutta rakamlar ne diyor?

HABERİ PAYLAŞ

Konutta rakamlar ne diyor?

Haberin Devamı

Geçen hafta konut sektöründeki sıkıntıları, ortalıkta dolaşan dedikoduları yazmıştım. Sektörün içinden insanların bu tür söylentilere, şirketler hakkında ‘zordaymış’ ya da ‘çekleri dönüyormuş’ gibi laflar çıkarmasının yanlış olduğuna dikkat çekmiştim. Sektörün zor bir dönemden geçtiği ortada... Kredi faizleri yüzde 0.76’lardan yüzde 1.20’lere kadar yükseldi. 10 yıl vadeli, 100 bin liralık kredide bu, 30 bin liradan fazla maliyet anlamına geliyor. Acil ihtiyacı olmayan ya da fırsatını yakalamayan birinin konut alması, bu koşullarda çok kolay değil.
[[HAFTAYA]]

Kredilerde yavaşlama var

Bunun yansımalarını da konut kredilerine yönelik talepte görüyoruz. Eylül ayından bu yana rakamlara bakınca sektörün ‘frene’ bastığı ortaya çıkıyor. Konut kredilerindeki aylık artış miktarı normalde ayda 1 milyar lirayı buluyordu. Ancak, son dört aydır bazı aylarda azalma, bazı aylarda ise hafif artışlar var. Eylül 2011’de 68 milyar 252 milyon TL’ye ulaşan konut kredileri, yılı 69 milyar 622 milyon lira ile kapattı. Garanti Mortgage Genel Müdürü Cemal Onaran’dan aldığım bilgiye göre; sektörün yıllık büyümesi yüzde 21.09, ilk yarı büyümesi ise yüzde 16.13 oldu. Ancak, dikkati çekmek isterim, ikinci yarı büyümesi yüzde 5 düzeyinde kaldı.

Yeni yıl da iyi başlamadı

2012 yılı ise hiç parlak tempoyla açılmadı. Cemal Onaran, “Piyasadaki iş temposuna yani emlakçılardan, projelerden, doğrudan müşterilerden gelen bilgilerle, ilk haftanın negatif büyümeyle, en iyi olasılıkla sıfır büyümeyle kapanmasını bekliyorum” diyor. Tablo ortada... Konutta yavaşlama var... Ancak, çok önemli ve büyük projeler de ardı ardına devreye giriyor... Geçmişte de bu tür yavaşlamalar olmuş, konut sektörü yaratıcı çözüm ve kampanyalarla sıkıntıyı aşmıştı. Krizin göbeğinde Ali Ağaoğlu’nun Merter’deki projesinin ‘yok satması’ hâlâ unutulmuş değil. Ama önce sektörün kendine sahip çıkması gerekiyor.

Kodak ve İttihat Değirmencilik

Şu sıralar dünya ekonomi basınında en çok konuşulan konulardan birini de Kodak’ın başına gelenler oluşturuyor. 1880 yılında kurulan, dönemin en yenilikçi şirketlerinden biri olan, daha 1888’de “Siz düğmeye basın, gerisini biz hallederiz’ sloganını ortaya atan dev, şimdi hayatta kalma mücadelesi veriyor. 1976 yılında Amerika’da yüzde 90 pazar payına sahip olan ve fotoğraf makinesi satışlarının yüzde 85’ini yapan şirket, 1990’larda ‘En değerli 5 marka’ arasında yer alıyordu.

Büyük düşüşün nedenleri

1999 yılında cirosu 16 milyar dolar, kârı ise 2.5 milyar dolar idi. Bu tarihten sonra bir daha bu rakamları yakalayamadı ve 2011 yılında cirosu 6.2 milyar dolara geriledi. Bu kadar önemli düşüşler genelde birkaç nedenle gerçekleşir: Birincisi, sektöre özel sorunlar yaşanmıştır. İkincisi, büyük teknolojik değişimler, üçüncüsü ise ekonomik koşullardır. Ancak, Kodak’ın en büyük rakibi FujiFilm’de işler yolunda gidiyor. İkisi de aynı ekonomik ortamda ve aynı sektörel değişim sürecinde rekabet ediyorlar.

Fuji ve Kodak farkı

Biri Amerika’da, diğeri Japonya’da büyüyen iki şirketi ayıran, Kodak’ı çöküşe götüren faktörler, aslında şirketin ‘miyopluğu’ ve yönetici hatalarından kaynaklanıyor: 1. Kodak, daha çok Amerika odaklı büyürken, Fuji daha 1984’te Olimpiyat sponsorluğu ile dünyaya odaklanmaya başladı. 2. Kodak, değişime ayak uydurmada geç kaldı. Liderleri, ‘tekel’ olma durumunlarının bir gün kaybolacağına inanmadılar. 3. Fuji, işlerini çeşitlendirmede, özellikle kimyadaki gücünü başka alanlara kaydırmada başarılı oldu. Örneğin, film kimyasındaki çalışmalarında elde ettiği bilgilerle kozmetik sektörüne girdi. 4. Fuji, film işindeki uzmanlığını kullanıp LCD ekran işine 4 milyar dolar yatırdı. Şimdi yüzde 100’e yakın pazar payı var. 5. Kodak, CEO George Fisher zamanında fotoğrafları online kaydetmeye dayalı, Facebook mantığına yakın bir model geliştirmişti. Ancak, bunun yerine, ucuz makinelere yöneldi ve değişimi kaçırdı. 6. Çok fazla CEO değiştiren Kodak, uzun süreli stratejiler uygulayamadı. Her CEO kendi stratejisini devreye aldı.

‘Peynirimi Kim Kaptı?’

İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından düzenlenen ‘500 Büyük Sanayi Şirketi’ araştırması 1967’de, ilk 100 şirket ile başladı. O listenin 35’inci sırasında İttihat Değirmencilik AŞ adlı bir şirket vardı. Kodak Film ile ilgili haberleri okuyunca aklıma bu şirket ve ‘Peynirimi Kim Kaptı?’ adlı kitap geldi. Okumayanlar için önce kitaptan söz edeyim. Kitapta, özetle her gün evin masasının altında peynir bulup karnını doyuran farenin öyküsü anlatılıyor. Hiç zahmetsiz karnını doyuran farenin, aynı yerde peynir bulamamasıyla açlıkla karşı karşıya kalması, iş dünyasına örnek olarak gösteriliyor. İttihat Değirmencilik de değirmen ve un işinin hep aynı devam edeceğini varsaydı. Değişime, tüketicinin ihtiyaçlarına, evde ekmek pişirme eğiliminin değişeceğine, yeni pazarlama tekniklerinin geleceğine olasılık vermedi. Belki de tıpkı Kodak gibi yaptılar, şimdi İttihat adı devam etse bile ilk 500’ü bırakın, ilk 5000’de bile değiller. Amerika’dan Kodak, Türkiye’den de İttihat’ın başına gelenler, her ölçekten şirkete bence ders olmalı.

Fiat yerli otodan geri dönmez

Otomobil şirketlerinin yöneticileriyle ne zaman görüşsem, ‘Türkiye zaten yerli otomobil üretiyor. Bunda sorun yok. Sorun, yerli markada’ değerlendirmesini duyarım. Gerçekten de Türkiye’nin üretim sorunu yok. Sorun, yerli bir markayla otomobil üretmek, bunu belli bir ölçekte gerçekleştirmek ve dünya çapında olmasa bile yurtdışında satabilmek... Dün Fiat’ın başkanı Sergio Marchionne, “Yerli otomobil fikrini bizim için de bir fırsat olarak gördük. Bu markanın, doğru konumlandırıldığı takdirde global pazarlarda da potansiyeli olacağını düşünüyoruz” açıklamasını yaptı. Böylece, Başbakan’ın aradığı ‘Baba’ da ortaya çıkmış oldu. Artık Marchionne, bu işe talip oldu ve bir anlamda söz verdi. Geri dönemez, yerli markayı yapmak onların görevidir. Bu görevden kaçamaz.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder