Sene 1999’du… Tarih 16 Ağustos Pazartesi’den, 17’si Salı’ya dönmüştü… Sabaha karşı, saat 03.02’de sarsıldı yer. Tam 45 saniye boyunca üstelik…
Merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük İlçesi olan depremin büyüklüğü 7 nokta 4’tü. Kocaeli, İstanbul, Sakarya, Düzce, Yalova, Bolu, Bursa, Eskişehir etkilendi büyük zelzeleden. Marmara Depremi’nde -resmi kayıtlara göre- 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti.
48 bin 901 kişinin yaralandığı büyük felakette 5 bin 840 kişi de kayboldu. Belki milyonlarca insan hâlâ taşıyor o travmanın izlerini. Bugün büyük acının 20’nci yıldönümü…
Yaşı müsait olanlar, dün gibi hatırlıyor o dramatik dönemi. Ekranlara yansıyan görüntüler, gazete sayfalarını dolduran çarpıcı fotoğraflar mıh gibi çakıldı kaldı zihnimize. Hafızalarımıza kazındı ‘99 Depremi’nin yürek burkan sahneleri.
17 AĞUSTOS 2019
Büyük Marmara Depremi’nin ardından uzun bir süre depremle yatar, depremle kalkar olduk. Jeoloji profesörleri, deprem uzmanları ülkenin en tanınır simalarına dönüştü. Fay hatlarını öğrendik hepimiz.
‘Deprem çantası’ kavramıyla tanıştık, ‘binaların depreme dayanıklılığı’ konusu hep gündemde oldu. Sonraki her depremde yine canlandı aynı gündem başlıkları. Bir süre sonra da yine rutin gündeme döndük.
‘Depreme hazırlıklı olmamız gerektiği’ni her seferinde unuttuk. İşte böyle yıldönümlerinde hatırlıyoruz ancak ‘deprem gerçeği’ni. “Ne kadar ders aldık?”, “Yeni büyük depremlere ne kadar hazırlıklıyız?” sorularıyla birlikte…
O BEBEK BUGÜN 20 YAŞINDA
1999’da, muhabir olarak Adapazarı’nda görevliydim. Depremden ağır şekilde etkilenen merkezlerde ekiplerimiz vardı. Her kanalda olduğu gibi bizde de yayınlar ölüm, acı, gözyaşı doluydu.
Bir de kurtarma faaliyetlerindeki kahramanlık öyküleriyle, mucize kurtuluşların haberlerini yapıyorduk hepimiz. Hastane binası da kullanılamayacak hâle geldiğinden; Şehir Stadı, sahra hastanesine dönüştürülmüştü.
Depremden birkaç gece sonra, sabaha karşı, yaklaşan ambulansın sesiyle birlikte hekimler ve hemşireler hareketlendi. Gelen vakanın bu defa farklı olduğunu öğrendim. Ambulanstaki hamile bir kadınmış…
Önce doktorlardan, sonra aileden izin aldık, steril kıyafetlerden giydik ve ‘çadır ameliyathane’deki doğuma biz de girdik. Anne, baba, doktor, hemşireler ve biz… Hepimiz gözyaşlarıyla karşıladık gelen bebeği.
O acılı ortamda, bebekle birlikte bizler de yeniden doğmuş gibiydik. ‘Ölümlerin arasında bir doğum’du yaptığımız haberin başlığı… ‘Hayat devam ediyor’du. Her şeye rağmen…
Yayınlandığında çok ses getirmişti o haber. O sabah dünyaya gelen bebek bugün 20 yaşında bir genç olmalı. Kim bilir nerede, ne yapıyordur şimdi… Umarım güzel bir yaşamı olmuştur ve bundan sonra da öyle olur.