Dünyanın en meşhur tablosudur Leonardo Da Vinci’nin ‘Mona Lisa’sı. Bilmeyenimiz yoktur. Mona Lisa’yı biliriz ama kendi yakın tarihimizle ilgili bilmediğimiz çok şey, tanımadığımız çok şahsiyet var. Neden Mona Lisa’dan başladım söze? Elimdeki kitabın satırlarında portresini izler gibi olduğum Makbule Atadan’ın biyografisini okudukça, onu tanıdıkça, Mona Lisa geldi gözümün önüne. Tıpkı onun gibi Makbule Hanım’ın yüzünün de bir tarafı hüzün, bir tarafı tebessümle bakıyor adeta. Gerçek tarih ile öğretilen tarihin ne kadar farklı olduğunu da bir kez daha gördüm, son dönemin en çok okunan kitaplarından biri olan “Sırlarıyla Atatürk’ün Kız Kardeşi Makbule Hanım” sayesinde.
*
Kitabın yazarı, yıllarca muhabir olarak birlikte çalıştığımız sevgili dostum Nüket Aşkın. Yazarlıkta da en az gazetecilikteki kadar başarılı olan Aşkın, 165 kaynaktan yaptığı geniş kapsamlı çalışmayla ete kemiğe büründürmüş Makbule Hanım’ı. Büyük iş. Çok başarılı bir eser. Okuyan hemen herkes aynı kanaatte: Atatürk dönemiyle ilgili meğer ne kadar az şey biliyor, Makbule Hanım hakkında ise neredeyse hiçbir şey bilmiyormuşuz.
*
Erken yaşta babasını kaybeden, kendisinden dört yaş büyük ağabeyini çocukluğundan itibaren devleştiren, baba yerine koyan, genç kızlığında hayran olduğu ağabeyini kimselerle paylaşamayan bir kadın Makbule Hanım. Öyle ki ağabeyinin evlenmesini istese de kimseyi ona layık görmeyen, Fikriye Hanım ile sırf bu nedenle devamlı didişen bir karakter. Ağabeyi ile gurur duyan, ona hayran olan bir dünya liderinin kardeşi olmak bu portrenin gülen yüzünü oluştursa da ağabeyine çocukluğundaki kadar yakın olamamak, içinde kalan okuma hasretini dindirememek, mutlu bir yuva kuramamak da yüzündeki hüznün sebepleri.
*
Kitapta Makbule Hanım’ın hayatı; çocukluğu, ailenin savaş yılları, Cumhuriyet dönemi ve Atatürk’ün vefatı sonrası dönem olmak üzere dört bölümde ele alınmış. Her dönem ayrı etkileyici. Hele Makbule Hanım’ın son nefesinde “Ağabeyime haber verin, gelsin beni aldırsın” sözleri… Babasız kaldıktan sonra dayılarının çiftliğinde kendisini her daim koruyup kollayan Mustafa’nın varlığından güç alan Makbule, genç kızlık yıllarında ağabeyine hasret kalıyor. Önce yatılı okullar, ardından da cepheden cepheye koşan Mustafa Kemal’in yolunu gözleyen Makbule ile Zübeyde Hanım o günleri birbirlerine destek olarak geçiriyorlar.
*
Cumhuriyet döneminde bir dünya liderinin sofrasında yer almak, ona daha yakın olmak için elinden geleni yapsa da hiçbir zaman ağabeyi ile çocukluğundaki yakınlığı yakalayamıyor. Bu durumun verdiği hüzün kimi zaman öfkeye dönüşüyor ve bu süreç Atatürk’ün ölümüne kadar devam ediyor. Makbule Hanım’ın Atatürk’ün mirasına itirazı da aslında mirası az bulmasından değil o mirasta isminin çok sayıda başka kişiyle birlikte yer almasından kaynaklanıyor. Yani ağabeyin kardeşine ayrıcalıklı, özel bir muamele yapmamış olmasından. Bu durum onun için büyük hayal kırıklığı. Bu kitabı alın, okuyun. Yakın geçmişe yolculuk yapmak gibi… Makbule Hanım’ın hüzünlü yaşam öyküsünü en azından Mona Lisa’nın hüzünlü yüzü kadar tanımamız gerekmiyor mu? Eline, emeğine sağlık Sevgili Nüket.