“Coğrafya kaderdir” büyük ölçüde doğru bir söz. İçinde bulunduğunuz coğrafya, belki bütünüyle belirlemiyor kaderinizi ama etkiliyor. Hem de bayağı etkiliyor. Bu durumun en somut örneği olan ülkede yaşıyoruz. Türkiye’nin coğrafi konumu sadece devletin değil, biz sıradan vatandaşın hayatına da doğrudan yansıyor. Ekonomiden demografiye, sosyal psikolojiden turizme kadar neredeyse her alana tesir ediyor ülkeyi çevreleyen bölgeler ve o bölgelerde yaşananlar.
Bir nefeste sayabileceklerimize bakın… Bir sabah uyanıyoruz; Rusya, Ukrayna’yı işgal etmiş. Gündemimiz savaş. Her şeyimizi etkiliyor. Bir başka sabah… Hamas güçleri İsrail’e saldırmış; bunu gerekçe gösteren İsrail, Gazze’de tarihin en kanlı, en acımasız katliamlarından birine imza atıyor aylardır. Azerbaycan-Ermenistan arasında savaşla, çatışmalarla geçen yıllar… Yine geçmişte İran-Irak savaşı… Önce seneler boyu Irak’tan, ardından hem Irak hem Suriye’den Türkiye’ye yönelen terör… Biraz daha doğuda Afganistan…
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) fiili komşumuz olmuş! Lübnan’ından Libya’sına, Kıbrıs’ından Yunanistan’ına; hep sıcak gündem, hep yüksek tansiyon. Gördünüz işte dün. İran’da düşen helikopter hepimizi nasıl yakından ilgilendiriyor. Komplo teorileri, günlük sohbetlerimizin konusu oluveriyor. Üç tarafı denizler, dört tarafı yangınlarla çevrili bir ülke Türkiye. Ve biz, hepimiz, bu yüksek gerilim hattında tüketiyoruz ömrümüzü. On, hatta yüz yıllardır böyle üstelik.
Memleketi çevreleyen sorun ve gerilim yumakları yetmiyor, içeride de birbirimizi yemeyi başarıyoruz. İç siyasetin gerilimi, dış politika ve güvenlik gündemimizle yarışıyor. Adı ister ‘normalleşme’ ister ‘yumuşama’ olsun, 31 Mart yerel seçimlerinin ardından oluşan politik atmosfer, pek de alışık olmadığımız bir rahatlamaya yol açtı işte. “Hakaret etmek yerine konuşulabiliyormuş demek ki” dedik hepimiz. Ne kadar sürer bilinmez ama hepimizin hoşuna gitti yaşanan ve yaşanmakta olan ‘diyalog’ ortamı. (Kişisel olarak, bu ‘normal tansiyon’un fazla devam edeceği kanaatinde değilim ama umarım ben -ve benim gibi düşünenler- yanılırız.)
Bütün bunlar ve tabii ağır ekonomik koşullar, toplum psikolojisini doğrudan etkiliyor. Toplumun çoğunluğu gergin, kavgacı. Bu gerginlik ve kavga ortamının en ağır yaşandığı alan ise kitleleri karşı karşıya getiren futbol arenası. Maalesef ‘arena’… Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki şampiyonluk mücadelesi, sportif bir yarış olmaktan çıkmış; ‘sportmenlik’, ‘futbol severlik’, ‘centilmenlik’ gibi kavramların yerini düşmanca ifadeler almış durumda. Keza ligden düşmemek için ter döken camialar…
Türk sporunun temel taşlarından bu iki kulübün başkanlarından yöneticilerine, futbolcularından seyircilerine neredeyse herkes, adeta başarı için her yolu mübah görüyor. Bu sene yarıştan uzak kalıp dışarıdan bakan bir göz olarak gerçekten çok üzücü önümüzde duran tablo. (Bu nesnel gözlem imkânı, kendime ders çıkarma fırsatı benim için.) Çocuklarımıza, bizden sonraki nesillere kötü örnek oluyor bugünün büyükleri. Türkiye’de hayat zor. Her alanda, her yönüyle zor. Ve biz, maalesef, her şeyi daha da zorlaştırmak için sanki özellikle uğraşıyoruz. Yazık ediyoruz hayatımıza, hayatlarımıza…