Geçen hafta ‘müsilaj’ konusunu hatırlatmıştım size bu köşeden. Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın uyarıları çok önemliydi. Sorun şu ki; Prof. Sarı’nın dikkat çektiği noktalar, müsilaj deniz yüzeyini yeniden kaplayıncaya kadar konuşulmayacak.
Deniz salyası ne zaman yine görünür olacak, ne zaman yine insanların denize girmesini imkansız hâle getirecek, ne zaman o sümüksü yapı teknelerin pervanelerine yine dolanacak; ancak o zaman yeniden konuşacağız ‘müsilaj’ gerçeğini. Ancak o zaman Mustafa Sarı ve diğer uzmanların görüşlerine başvurulacak bir kez daha.
Ve yine “Müsilajın gündeme geldiği ilk günden bu yana gerekenler yapılmadı, vakit kaybettik” vb türünden cümleler -kim bilir kaçıncı kez- kurulacak. Geçen haftaki görüşmemizde ‘krizi değil riski yönetmek’ anlayışının altını çizmişti Prof. Mustafa Sarı. Her konuda öyle değil mi? Bir mesele henüz ‘risk’ aşamasındayken onu yönetmeyi başarırsanız, ‘kriz’e dönüşmesinin önüne geçebilirsiniz. Bizdeki temel problem bu işte.
Hemen her konuda, riskleri yönet(e)mediğimiz için krizlerle boğuşmak zorunda kalıyoruz. Bu alışkanlıktan ötürü de (biz toplum ve ülke olarak) sorunları her anlamda daha yüksek maliyetle ve daha çok yorularak çözmek durumunda kalıyoruz.
SARI’NIN UNUTAMADIKLARI
Prof. Mustafa Sarı düzenli olarak Marmara Denizi’ne dalıyor. Müsilaj konusunda kamuoyunu, suyun altında bizzat yaptığı gözlemler ve analizler doğrultusunda bilgilendiriyor. “Bu süreçte sizi en çok mutlu edip umutlandıran ve en fazla üzüp umutsuzluğa sevk eden olaylar nelerdi?” diye sordum Sarı’ya. Bu sorunun cevabı, şu iki fotoğrafla birlikte geldi:
“Geçen yıl, müsilajın en yoğun olduğu günlerdeki bir dalışımda, parmak büyüklüğünde çırçır balığına rast geldim. Çırçır, üremek için deniz dibindeki deniz bitkilerini, kabukları, kumu, çakılı kullanarak yuva yapar. Dişi yumurtalarını bırakır, erkek yumurtalardan yavrular çıkıncaya kadar yuvanın başında nöbet bekler.
Rastladığım çırçır, müsilaj kümelerinden yapılan yuvanın başında nöbet bekleyen bir erkek balıktı. Çok duygulandım. Çünkü denizin dibinde sadece müsilaj bulduğu için müsilajdan yapmıştı yuvasını. Çırçırın denizden umudu vardı ve bunun için ürüyordu. Bizim neden umudumuz olmasın dedim kendime. Bu kadar eğitimli, bilinçli insanlar olarak çırçır balığından aciz değiliz diye düşündüm.”
“En üzüldüğüm olayı da yine bir dalış esnasında yaşadım. Geçen sene Mayıs başında, müsilajın deniz dibini kaplamaya başladığı dönemde, bir deniz patlıcanını, ölü bir pina (büyük istiridye) kabuğu üstünde tünemiş olarak gördüm ve fotoğrafladım.
Deniz dibindeki kumlar üzerinden beslenen deniz patlıcanı, dibe çöken müsilaj kümeleri altında ölmemek için kabuk üstüne çıkıp tünemişti. Çok üzüldüm. Nereye gidebilirdi ki deniz patlıcanı?” Mustafa Sarı’nın bu anlattıklarından çıkan sonuç şu: Deniz, bünyesinde barındırdığı canlılar vasıtasıyla bizlerle konuşuyor. Peki biz duyuyor muyuz onun sesini?