Sinemaseverler olarak çok uzun süredir Moonlight'ı bekliyorduk. Muhtelif "en iyi filmler" listelerinin tepesinden bize el sallıyor ya da ödül üzerine ödül alıp kendini daha da merak ettiriyordu. Oscar adayları açıklandığında da şaşırtmadı ve sekiz dalda adaylık kazandı. Genel toplama şöyle bir bakmak isterseniz, tablo çok etkileyici: Moonlight, 245 adaylık ve 161 ödül kazanmış. Belki siz bu satırları okurken tablo daha da parlamış bile olabilir, şaşırmam.
Filmler hakkında birkaç kelam etmeye çabaladığımda, kelimelerimin filmin konusuna dair olmasından ziyade, bende uyandırdığı hisler hakkında olmasına özen gösteriyorum. Çünkü filmin insanı içine alışı kişiden kişiye değişkenlik gösterir, sinemanın sayısız güzelliklerinden sadece biri... Moonlight'ın konusu hakkında da olabildiğince ketum davranmaya çalışacağım yine, çünkü bu film hayat gibi. Görmeden, yaşamadan tam olarak anlayamıyorsunuz. Nabzı var. Hızlandığını ya da yavaşladığını hissediyorsunuz. Bazen kalp çarpıntısı gibi hızlıca akıyor, bazense gözünüzden istemsiz süzülen yaş misali ağır.
CHIRON'UN HİKAYESİ
Moonlight, Miami'de geçiyor. Ama Miami deyince aklınıza uçsuz bucaksız kumsallar, pahalı arabalar, cillop gibi bikinili kızlar gelmesin. Miami'nin arka mahallelerindeyiz; evet oraların da varoşu olabiliyor. Küçük bir çocukla tanışıyoruz, göz teması kurmaktan aciz, sıska, ürkek. Ve yalnız. Ağzından kerpetenle laf alıyoruz, o kadar tutuk ki. Adını söylemek bile külfet onun için. Adını ben söyleyelim size: Chiron.
ÜÇ KİŞİ TEK KARAKTER
Moonlight bize Chiron'un hayatından üç farklı kesit sunuyor ve bunu layıkıyla yapıyor. Söz konusu üç bölüm birbirinden çok kopuk olabilecekken her şey olması gerektiği gibi; doğal. Neticede farklı oyuncular tarafından canlandıran bir karakter, bazen ağırlığını koruyamayabiliyor ancak yönetmen Barry Jenkins, klasını konuşturmuş desek yeridir.
DEĞİŞİMİN VE DEĞİŞEMEMENİN AĞRISI
Moonlight; aile, cinsellik, gündelik yaşam ve cinsel kimlik gibi hepimizin derdi olan meselelere dokunurken, karakterlerinden hiç kopmuyor, ajitasyona girmiyor, "mesaj vereceğim" diye eğilip bükülmüyor.
Umarım "bu ne böyle, doğru dürüst diyalog yok" demezsiniz ama ben şimdiden söyleyeyim: Moonlight, sessizlikten hiç korkmuyor. Dedik ya "hayat gibi" diye işte. Hayatın sessiz anları yok mu sanki? Var. Moonlight da öyle işte, konuşmuş olmak için konuşmuyor. Her diyalogun, her planın, o planı destekleyen müziğin ayrı bir güzelliği ve söyleyeceği var. Değişimin ve değişememenin ağrısı var filmde. Aslında bizde ne varsa, onda da var.
DERİNLİKLİ VE İÇTEN
Uzun lafın kısası Moonlight, bana kalırsa yılın en iyi, derinlikli ve çarpıcı filmlerinden biri. Sanki iyice bakarsanız, söylemek isteyip de söyleyemediklerinizi, bir bakışınızla anlattığınız ya da anlatmayı umduğunuz, boğazınıza düğümlenip de sesinizi tıkayan her şeyi bu filmde bulabilirmişsiniz gibi geliyor bana. Ya da belki de yanılıyorumdur. Olsun, hayat.