Sağlığına dikkat eden bir insan olarak ne yapmalıyız dersiniz? Birincisi önlem almalıyız, ikincisi bir sorun olduğunda tedavi olmalıyız; üçüncüsü de kendimize bakmalıyız.
Peki biz ne yapıyoruz? Türk insanı olarak Kore ve Japonya’dan sonra dünyada en çok doktora giden üçüncü ülke oluyoruz. Antibiyotik ve ağrı kesici kullanan ise birinci ülkeyiz. Yetişkin tip 2 diyabette ise birinci olan Meksika’yı epey zorluyoruz.
Ne kadar iç açıcı bir tablo değil mi? Sanırız ki bir şeyleri yanlış yapıyoruz.
En iyisi baştan başlamak... Önemli olan şey vücudumuzu doğru ve sağlıklı tutmakla başlar. Bun temelinde de onun doğasına mümkün olduğunca yakın kalmasını sağlamak yatıyor. Şöyle ki bizler doğduğumuz andan itibaren flora da dediğimiz mikrobiyotalar ile doğuyoruz. Bu mikrobiyotalar yararlı ve zararlı mikroorganizmalardan oluşuyor. Sağlıklı kişilerde denge halinde bulunan mikrobiyota, öncelikli olarak zararlı mikroplara karşı vücudun korunmasından, gıdaların etkili şekilde sindirilmesinden, gerekli vitaminlerin üretilmesinden ve en önemlisi bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasından sorumlu. Şöyle ki; insan bağırsağında yaşayan 500-1000 farklı türden mikroorganizmanın sayısı kendi vücut hücrelerimizin toplamından fazla, toplam ağırlıkları ise beynimizin ağırlığı kadar. Hatta her insanın mikrobiyotası kendine özgü; yani bir nevi parmak izi gibi...
Türkiye’de 60 yılı aşkın süredir hizmet veren öncü sağlık kuruluşları arasında yer alan Sanofi’nin ürettiği Enterogermina üretimini görmek için yapılan fabrika gezisi sırasında Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Metehan Özen bu karışık konuları anlamamız, sağlıklı yaşamak için bu floranın hassas dengesini nasıl korumamız gerektiğini için son derece güzel açıkladı: “Çünkü yaşamlarımız değişti, daha stresli bir hayat yaşıyoruz. Öte yandan beslenme alışkanlıklarımızda önemli değişiklikler oldu. Doğal hayattan uzaklaştıkça floramızın dengesi bozuldu. Doğal ortamımız olan doğadan uzaklaştık. Mevsiminde bir sebze meyveyi yiyemez olduk, her mevsim yer olduk. Ve bütün bunlar mikrobiyotamızı bozmaya başladı.
Peki bu sistem bozulunca ne oluyor? İşte bir sürü hastalık yaşamaya başlıyoruz. Soğuk algınlığından tutun da ülsere, kansere kadar hem de...
Ne yapabiliriz, işi baştan sıkı tutabiliriz
Sonuç olarak modern hayatın getirdiği artan stres, sağlıksız beslenme ve yüksek antibiyotik kullanımı insanlardaki mikrobiyal dengemizi bozuyor. Bizler bu bozulan mikrobiyal dengeyi yeniden oluşturmakla yükümlüyüz. İşte esas konu burada başlıyor. Bazı şeyleri değiştirmek elimizde değil. Köyümüze dönemeyiz, mutfak alışkanlıklarımızı değiştirmeye çalışsak bile bir yere kadar becerebiliriz. Stress konusuna hiç girmiyoruz bile... Bu durumda vücudumuzun miktrobiyotası için gerekli olan takviyeyi sağlamak ön önemlisi.Prof. Dr. Metehan Özen bunu probiyotikler sayesinde yapabileceğimizi söylüyor: “Bozulan mikrobiyotanın dengesinin yeniden düzenlenmesinde probiyotik önemli bir araçtır. Doğal, güvenilir probiyotiklere ihtiyacımız var. Spor formdaki bakteriler bu nedenle çok önemlidir. Spor form, doğanın üstün bir mekanizmasıdır. Spor form demek, bakterinin zor koşullar altında dahi yaşamını sürdürmesidir. Bakteri zor koşullar altında yaşamını sürdürmek için kendini dış dünya koşullarına karşı korumaya alarak uyku moduna geçiyor. Spor formada olan probiyotik asidik veya bazik, sıcak veya soğuk içeceklere eklendiğinde de etkilenmiyor ve sayıları azalmıyor, canlı bir şekilde mideden geçerek bağırsaklara ulaşıyor.”
Hele ki dünyada bilinci olduğumuz antibiyotik kullandığımız zaman bağırsaklarımızdaki bu iyi bakterileri daha da öldürmüş oluyoruz. Bu yüzden özellikle antibiyotik kullandığımız zamanlar dışında gaz, şişkinlik, kabızlık, ishal gibi bağırsak düzensizliklerinde, enfeksiyona bağlı ishallerde, bağışıklık sistemini desteklemede ve alerjik reaksiyonların azalmasına yardımcı olması için probiyotik ile sistemimizi desteklememiz gerekiyor.
Son yıllarda probiyotiklerle ilgili yapılan araştırmalarda gözle görülür bir artış var. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü artık antibiyotik üretimini değil, hasta olmayı engelleyen çözümler bulunmasını istiyor, özetle: “Antibiyotik kullanımını dolayısıyla antibiyotik kullanımını gerektiren rahatsızlıkları azaltan bir yol bulun. Üst solunum yolu enfeksiyonlarını yüzde 5-10 oranında azaltsanız biye su çok önemli bir fark yaratacaktır!” diyor. İşte bu yüzden mikrobiyota ve probiyotik gibi konulara yönelmeye başlıyor tıp dünyası.
Ve fark ediliyor ki probiyotik ile desteklenen bünyelerdeki hastalanma oranlarının yüzde 25’e varan oranlarda azaldığı görülüyor. Prof. Dr. Metehan Özen, araştırmaya ilişkin şunları da ekliyor: “Ana okul çağındaki çocuklara probiyotik verildiğinde hem hasta olma oranları düşüyor hem de hasta olduklarındaki tedavi süreleri kısalıyor. Bu da maddi ve manevi anlamda hastalığın yükünü ve oluşan sıkıntıları en aza indiriyor.”
Bu durumda doğru probiyotiklerin kullanımı büyük önem taşıyor. Sanofi Türkiye Tüketici Sağlığı Genel Müdürü Kağan Keklik bu konuda çok titiz çalıştıklarını söylüyor. Enterogermina, 18 adımlı üretim sürecinde 140 test ile kontrolleri yapılıyor; içeriğinde hiçbir katkı maddesi yok, sadece saf su ve probiyotik bakteri içeriyor.