Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak, “ağırlaştırılmış müebbet”e mahkum edildiler. Eğer idam cezası kalkmamış olsaydı, bu cezanın karşılığı idamdı.
27 Mayıs 1960 darbesinde, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildi. Bu “siyaseten idam”dı.
12 Mart 1971 askeri müdahalesinde Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan asıldı. Bu da “siyaseten idam”dı. 12 Eylül 1980 cuntası onlarca insanı idam etti. Erdal Eren, 18 yaşını doldurmadan sehpaya çıkarılmıştı.
Yeri geldiğinde, en başta AK Parti yetkilileri olmak üzere, siyasiler, Türkiye'nin yakın tarihindeki siyaseten idamların, ne büyük bir yanılgı, ne büyük bir felaket olduğunu dile getiriyorlar.
Siyaseten idamın, darbelerin ve darbecilerin en ağır günahları olduğu konusunda, herkes hemfikir gibi görünüyor çoğunlukla…
Ancak, "idam cezası geri gelsin" diyen söylemin de, iktidar çevresinde giderek büyüyen bir enerjisi var. En büyük destekçi de MHP lideri Devlet Bahçeli. Bu paradoksu bir kenara bırakıp, Altanlar ve Ilıcak’a dönersek…
Altanlar ve Ilıcak
"Ağırlaştırılmış müebbet" cezası, bir silahlı ayaklanmayı yönetmiş, planlamış olmayı gerektiriyor… 15 Temmuz’da, bir darbe girişimi oldu. 15 Temmuz'un failleri de planlayıcıları da örgüt elemanları da büyük ölçüde iddianamelerle aydınlığa kavuştu. Kararları, iddianameleri okuduk. İddianamelerin hiçbir yerinde, söz konusu gazetecilerin örgüt üyesi olduklarını gösterebilecek, ayaklanmayla bağlantılarını kanıtlayabilecek somut bir veriye rastlayamadık.
“Anayasal düzeni ortadan kaldırmak” suçlamaları konusunda savcıların bu gazetecilere ilişkin öne sürdükleri “delil”leri, sanıkların birlikte yaptıkları TV programı ve daha önce yazdıkları bazı yazılar ve tweetler oluşturuyor. İddialar, “darbeyi önceden biliyorlardı” tezinin ötesine geçmiyor.
Siyaset ve hukuk
Ilıcak'ın, Altanların siyasi tercihleri üzerine çok şeyler söylenebilir. Gülencilerle olan ilişkileri nedeniyle yaklaşan tehlikeyi görmediklerine, görmek istemediklerine dikkat çekilebilir. Bunların tamamı, “siyasi tercih hatası” olarak, “aymazlık” olarak değerlendirilebilir, eleştirilebilir ve eleştirilmelidir.
Bu gerekçelerle “ağırlaştırılmış müebbet”e hükmetmek ise hukuka aykırı ve düşünce hayatını sınırlıyor. Basın ve ifade özgürlüğünü yok etmeye, bir korku dünyası yaratmaya kimsenin hakkı yok. Bölgemiz altüst durumda. İçeride sağlam olmanın yolu, herkesin susmasından değil, herkesin fikrini söyleyebilmesinden geçiyor.
Güçlü Türkiye; tartışabilen, konuşan Türkiye’dir. Umarız, yanlıştan bir an önce dönülür.
20 Şubat 2018, Salı 05:00
Haberin Devamı