1966-67 yıllarında ODTÜ’de mühendislik fakültesi öğrencisiydim. Sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydoldum. İki okul da Türkiye’de eğitimin kalitesini yükselten okullardı. Solculuğun, sosyalistliğin de en güçlü, yaygın olduğu yerlerdi.
Şunu söylemek mümkün: Türkiye’de yeterince özümsenmiş bir demokrasi geleneği olmadığı ve devletin gücü solcuların tepesinde durduğu için, sol da kendisini demokrasi konusunda yeterince geliştirip olgunlaştıramıyor. 1968 ve sonrasında devlet sağcı öğrencileri solcu öğrencilerin üzerine saldı. Şiddet belirleyici unsura dönüştü.
Fikir özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi temel konular bir türlü gündeme gelmedi. Tabii bir ülkeye son tahlilde devlet egemendir. Üniversiteye de. Ancak, üniversitelerdeki gençlik dinamizmi, sosyalist gruplara, okullarda devletin uzanamayacağı noktalarda hegemonya kurma imkânı verebiliyordu. Bu dinamizm ne yazık ki doğru kullanılamadı.
ODTÜ, SBF gibi okullar, sosyalistlerin hegemonyasına girerken, bazı okullar da ülkücülerin egemenliğine teslim oldu. “Gücü, gücü yetene” şeklinde tarif edilebilecek bir ortam oluştu. Sonunda askerler geldi.
Demokrasi olmadan…
Yıllar yıllar geçti aradan. İki askeri darbe, sayısız askeri müdahaleyle karşı karşıya kaldık. Demokrasinin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu, fikir ve örgütlenme özgürlüğünün ne kadar anlamlı olduğunu, hapishanelere düştüğümüzde, çok değerli arkadaşlarımızı kaybettiğimizde anladık.
Bütün bu geçmişe dönük hatırlatmalarımın sebebi, Ali Babacan’a ODTÜ’de gösterilen tepki. Bu eylemi yapan gençlerin tepkilerinin gerisinde Babacan’ın AK Parti iktidarında uzun yıllar sorumlu makamlarda bulunması yatıyor. Buna dayanarak ona “Seni istemiyoruz” diyorlar. Ayrıca, bir anlayışa göre, muhafazakardan demokrat olmaz, muhafazakarlarla bir arada yaşamak, onlarla bir uzlaşma kültürü yaratmak doğru değildir, mümkün değildir.
İslamcının sesini kısmak gerekir. Peki sosyalistten demokrat oldu mu? Ya da olmadıysa neden olmadı? Yüzde 50+1 gereken bir seçim sistemi söz konusu. Daha önce yüzde 50 oy alan iktidar partisinden kopuşlar var. İktidar partisinin çoğunluğu kaybetmesi, ancak bu kopuşlarla mümkün olabilir. Üstelik kopanlar partide etkisi olan isimler.
Geniş bir muhalefet, demokrasi için şart. Yüzde bir veya iki oy bile kritik. Neden onlara “yuh”? Türkiye’de gerçek bir demokrasi kurulabilecekse, gerçek bir özgürlük ortamı ortaya konabilecekse, bu projeye toplumun tüm kimlikleri katılmalı. Ötekini dışlayan, “herkes benim gibi düşünecek” diyen bir tutum ne bizi demokrasiye ulaştırabilir ne de ülkede iç huzur ve barış ortamı sağlayabilir.
Bugün yeni bir Türkiye projesinin nasıl gelişebileceğini konuşuyoruz. Dindarın, milliyetçinin, sosyal demokratın, sosyalistin, Alevi’nin, Kürt’ün, yoksulun, hor görülenin, farklı olanın, anlaşılmayanın; eşitlik ve adalet için ne yapması gerektiğine kafa yoruyoruz. “Yuh” çekmeden önce bir durup düşünebiliriz.