Sinema oyuncusu, 68’li arkadaşım Halil Ergün’le karantina günlerini konuştuk.
Karantina günleri nasıl geçiyor?
Hiç ufku kapanmayan bir tepede oturuyorum. Gökyüzü elimin üstünde, aşağıda denizi görüyorum. Bahçeye çıkabiliyorum. O yüzden pek kapalı olma duygusu yaşamıyorum.
İnsanlarla temastan çok zevk alırsın. Bunu nasıl sürdürüyorsun?
Gecenin bir saatinde yıllardır sesini duymadığım arkadaşlarım arıyor. Sinema çevresinden setlerde birlikte çalıştığım emekçi insanlardan, “Bir ihtiyacın var mı abi?” diye telefon geliyor. “Ben 64.5 yaşındayım. 6 ayım var. Beni niye hapsettiler?” diye bağırıyorum.
Sen 45 yaşında olsan, şapır şupurdan çoktan koronaya yakalanmıştın. Hayranların seni öpe öpe hasta ediyorlardı?
Ben bundan zaten şikayetçiydim.
Hayatının hangi dönemine dönmek isterdin?
Uzun zamandır çok dışarı çıkmıyorum. Yorgunluktan, doygunluktan, kırgınlıktan... Kasabamda yaşadığım doğayla iç içe büyüdüğüm, bitkilerle, ağaçlarla, canlı hayvanlarla geçirdiğim ilk gençlik yıllarımı özlüyorum. Eskinin yaratıcı yanına çok inanırım. Sinema, TV... Birkaç kanalda yakaladığım filmleri izliyorum. Dizi izlemiyorum. Şarkı söylüyorum. Şiir yazıyorum. Bahçeye bakıyorum. Kedilerim, çiçeklerim, hediye gelen iki tavukla bir horozum var. Yavrular çıktı. Bir de yatılı yardımcım var.
Yemek ne yapıyorsun?
Yemeği iyi bilirim. Şimdi yardımcıma öğretiyorum. Dün kek yaptım. Kapuska, sulu köfte yapıyorum. Annem ekşili köfte derdi. Bazan ölçüyü kaçırıyorum fazla yapıyorum. Paketleyerek arkadaşlarımla paylaşıyorum. Bizim kuşağımızın tedavi edilmez hastalığına gelirsek... Evet ülkemin geleceği için, yeryüzü için dehşetli gelgitler yaşıyorum. Bu kültürel siyasal çözülmenin üstüne gelecek neyi getirecek... Kendimi sorumlu sayıyorum...
Her şey yoluna girse, hangi rolü istersin?
Başkaldırı kültürü yaşamış, bilim ya da sanatsal kariyer süreci yakalamış birini oynamak isterdim.
Yani kimi oynamak isterdin?
Kendimi. Elimde bavulla yürüyerek denizlerde kaybolacağım bir filmde...
Yeni nesil oyunculara nasıl bakıyorsun?
Çok yetenekli, çok meraklı çocuklar da var. Bir oyunculuk kültürü olsa da tamamen birbirine benzeyen, aynı oyunculuk stiline sahip oyuncular da var. Dün iki film izledim: Hanzo ve Züğürt Ağa. Bizim sinemamız, yani Yeşilçam sineması bir ruhu yakalamış. Bugün komedi yapmaya çalışan arkadaşlarımız biraz oralara baksın... Hanzo’ya bakıyorsun, Zeki Ökten sineması, önde muhteşem Kemal Sunal; arkada bir ruh, mekân kullanma, kamerayı koyuş yeri, boşa geçmemiş Yeşilçam’ın 50-60 senesi. Züğürt Ağa, Nesli Çölgeçen’in filmi, telefonu olsaydı telefon edecektim, ne kadar saygın bir komedi, insana hayata bu kadar hassas ve bu kadar estetik bir bakış… Bunu gençler yakalamalı. Tabii bir filmde en önemlisi senaryodur, sonra yönetmen, yönetmenin senaryoyla buluşması, onun üstüne oyuncular oturur…