Muğla Belediye Başkanı Ahmet Aras'ın ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki ile konuştum. Bakan “Kıyılar halkındır” kampanyasını POSTA’ya anlattı. Denize kıyısı olan 28 ilin valisi ve il müdürleriyle yaptığı toplantıda vatandaşın plajlara ulaşımını engelleyen işletmelere yaptırım uygulayacağını söyleyen Özhaseki’ye bölgedeki belediyelerle ilişkilerini, kıyıların korunması konusunda nasıl bir işbirliği yapabileceklerini de sordum:
“Kıyıların işgaliyle ilgili soruyorsanız kaçak yapı meselesinde birinci derecede sorumlu olanlar belediyelerdir. Çünkü vatandaş herhangi bir yapı yapacağı zaman bizim ana planlarımıza uygun olarak gidip belediyesinden ruhsat alır. Bakanlık ruhsat vermez. Belediye ruhsatı verir ve sonra da takip eder. Ruhsata aykırı ne yapılırsa kendileri yetkili. İmar Kanunu’nda bu konuda iki tane hüküm var. Birisi ruhsata aykırı işlerin ve ruhsatsız yapıların bir an önce yıkılması. Yıkım amir bir hükümdür. İkincisi de para cezası. Kanuni limitlerin en üstünden çok ağır para cezaları var. Artvin’den Hatay’a kadar devasa bir alanın tamamından bakanlığın yetkili olması mümkün mü?”
"KAÇAK YAPILARDAN BELEDİYELER SORUMLU"
Bir tarafta muhalefet partileri diğer tarafta iktidar var. Bu iki kesim birbirini dışlamak yerine birlikte nasıl çözüm üretebilirler? Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras, “Hükümetle bir sorunumuz yok. İyi ilişkiler içindeyiz” diyor. Buradan nasıl ilerleriz?
“Benim bulunduğum bakanlık aslında siyasete çerez edilmeyecek en önemli bakanlık. Bir taraftan depreme hazırlık meselesi var. Ana planlamaları biz yaparız, kanun çıkarırız. Sonra arsalar verilir, para verilir vs.. Uygulayıcı belediyedir. Eğer iki taraf (belediye ve merkezi idare) uyumlu olmazsa, o iş yarım kalır. Bakanlık olarak 300-500 kişilik ekibinizle kocaman bir alanda boğulabilirsiniz. Gerek kentsel dönüşüm konusunda, gerekse kıyılar konusunda olsun birlikte çalışmak en doğrusu. Önümüzdeki günlerde ben oralara geleceğim. Yapacağımız epeyce iş var orada. Doğrudan belediye başkanlarını çağıracağım, kaymakamları çağıracağım. Onlarla beraber oturup konuşacağım. Sivil toplum örgütlerini davet edeceğim.”
PİLOT BÖLGE GÖCEK
“Pilot bölge olarak Göçek’i seçiyoruz. Göçek’in kirlendiğini görüyorum. Arada bir ben de oraya gidiyorum. Orada konuştuğum kaptanlar diyorlar ki. ‘15-20 sene önce içilecek gibiydi bu sular’. 15 gün önce gittiğimde gördüm. Hatta biraz soğuktu ama denize girdim. Deniz bitleri ısırdı. Şimdiden deniz bitleri ısırıyorsa orası yaşanmaz hale gelmiş demektir. Mavi kart diye bir uygulama var. Atık suyu belli merkezlere teslim etmek amacıyla kurulan sistem bir fayda sağladı. Buna rağmen atıkları hala oraya vermiyoruz. Ne yapıyorsunuz dedim Göceklilere. Buralarda demir atmış olanlar, kirli suyu bulunduğu yere veriyor. Benim konuştuğum kaptan ‘Ben de biraz açığa çıkıyorum ve olduğu gibi denize veriyorum’ dedi. Kendi kendimizi zehirliyoruz. Bir taraftan ağaçlara bağlıyorlar yatları. O ağaçlar kırılıyor, dökülüyor. Denize attıkları çapa dibi mahvediyor. Böyle olunca dünyanın en güzel koylarına sahip Göcek’i pilot bölge ilan edip orada aralıklarla şamandıra sistemine geçiyoruz. Elektronik çipler koyuyoruz, orada geminin ne yapacağı belli. Şamandıraya bağlandıktan sonra ne kadar kalacağını da biz belirleyeceğiz. Orada sınırsız kalma imkanı olmayacak. Atık suları da bizim gönderdiğimiz gemilere vermek zorunda kalacaklar. Bu da bir temizlik hareketi. Göçek civarındaki şikayetler daha çok günübirlikçi dedikleri teknecilerden geliyordu. Günübirlikçi ve haftalıkçı 51 tekne sahibi... Vergi ödemek istemiyorlar. ‘Biz buranın yerlisiyiz. Siz nereden geldiniz’ diye şikayet ediyorlar. Ben onların işlerini kolaylaştırıcı formüller buldum. Daha çok oradaki marina sahiplerine yüklendim. ‘Onlara yüzde 10-20 civarında zam yapın zorlamayın, oranın yerlileri o insanlar’ dedim. Bayramdan sonra oraya yeniden gideceğim ve oradaki grupları toplayacağım. Beraber çalışalım diyeceğim. Telefonumu da vereceğim istedikleri zaman beni arayabilecekler. Böyle kurtaracağız, başka türlü kurtaramayız.”