18 Nisan 1999’da milletvekili seçilen Merve Kavakçı, başörtüsüyle Meclis’e geldi. Onun yemin etmesini engellemek için kürsüye çıkan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit şunları söyledi:
“Türkiye’de özel yaşamda kadınların giyim-kuşamına başörtüsüne kimse karışmıyor. Ancak burası özel yaşam alanı değildir. Devletin gelenek ve kurallarına burada görev yapanlar uymak zorundadır. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz.”
Kavakçı yemin edemedi. Sonunda aynı zamanda ABD vatandaşı olduğu gerekçesiyle TC vatandaşlığından çıkarıldı. Vekilliği düştü.
Başörtüsü meselesi, laik-dindar geriliminin en temel konusu, bir anlamda “gerilimin kalbi” olarak hep gündemde kaldı. Son dönemde bu konudaki tavrını kararlı bir şekilde ifade eden Kemal Kılıçdaroğlu’nun şu değerlendirmesi, CHP’deki değişimin göstergesi:
“Başörtüsü olayı Türkiye’nin gündeminden çıkmışken, bazı provokatörler ortaya çıkmaya başladı. Hiç gereksiz, caddede yürüyor bir kadın, başı açık bir kadın, başörtülü bir kadına vurmaya çalışıyor. Neden? Hangi gerekçeyle? Kadın kardeşlerimiz nasıl giyinirlerse giyinsinler, onlara saygı göstermek bizim görevimizdir. Ben ve benim partim, onların sorunlarına çözüm bulmak için onların emrindedir.”
Sert laiklik
CHP’de ve laik kesim içinde hâlâ başörtüsünü tehlike gören, örtünen kadını “gerici” diye dışlayan bir zihniyet etkili. Bu mesele, neredeyse 200 yılı aşkın bir süredir varolagelen bir kamplaşmanın, bir zihniyet kavgasının en hassas, en simgesel konusu. Laik kesimdeki en temel itiraz şöyle:
“Bizim analarımız da başörtüsü takardı. Ona bir şey diyen yok. Ama bu dinciler, başörtüsünü siyasi simge olarak kullanıyorlar.”
Türkiye’deki aydınlanmacı akım, Fransa örneğinin de etkisiyle laikliği otoriter modernleşmenin temel taşı olarak tanımladı. Bu laiklik kavrayışı, “irtica” olarak tanımladığı anlayışları, rejimi hedef alan temel tehlike saydı. Bu yaklaşım, sert bir biçimde siyasete taşınınca, kendini “laiklik yanlısı” olarak gören çekirdek toplumun belli kesimlerinden koptu. Başörtüsüne geri dönersek, bu konu, siyasetin ana gerilim konusu olma özelliğini hep korudu.
Ancak, Kılıçdaroğlu, açıklamalarıyla, konuyu geleneksel siyasetin dışına çıkartan bir yerden konuşuyor. Bunu bir zihniyet değişikliğinin olgunlaşma noktası olarak kabul ediyorum.
“Biraz geç kalmadı mı?”, “Bu konuda ne kadar samimi?”, “Hangi stratejik hesapların peşinde?” gibi sorular sormaktansa, Türkiye’yi normalleştirme yönündeki bu yaklaşımı desteklemekten yanayım.