Bizler, 12 Eylül darbesiyle uğraşırken, Sovyetlerde sistem çöküş sinyalleri veriyordu. Rusya için kurtarıcı Gorbaçov’du. Dünya’nın ondan beklentileri vardı. Sosyalistlerin de… Önceki Sovyet liderlerine benzemeyen bir isim işbaşındaydı. Mihail Gorbaçov ile Avrupalı görünüşüyle eşi Raisa Gorbaçov’u o günlerde tanıdık. Amerika ile silahlanma yarışının ötesine geçilmiş uzayda rekabete girişilmişti. Bu rekabet, zorda olan Sovyet ekonomisini iyice bunalıma sokmuştu.
Yeni lider, silahlanmayı durdurmayı savunuyor, nükleer savaş tehlikesini ortadan kaldırmayı amaçlayan çağrılar yapıyordu. Ülkelerin içişlerine müdahale edilmesini eleştiriyordu. Batı, Gorbaçov’u merakla izliyor ve Sovyetlerde nasıl bir değişime öncülük edebileceğini anlamaya çalışıyordu. Meraklananlar arasında dünya sosyalist kamuoyu da vardı. 70 yıldır Batı kapitalizmini eleştiren ve geleceği sosyalizmde gören dünyanın etkili aydınlarının yer aldığı bu kamuoyu da ikircikli bir tutum içindeydi. Çin ve Küba’nın durumu da parlak değildi.
Refah ve özgürlük vaatleri tutmamış, despotik tek parti tek adam yönetimleri, sosyalistler arasında hayal kırıklığına neden olmuştu. Gorbaçov’un çıkışı, bu nedenle heyecan vericiydi. Perestroyka (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) kelimeleri yeni siyasetin sloganları haline dönüşüyordu. Bir kısım sosyalist, bu çizginin sosyalizmi yıkacağını düşünüyor ve Sovyetleri dağıtacağından endişeleniyordu.
Sovyet rejiminin bir zorbalık rejimi haline dönüştüğünü düşünenler ise zaten yıkılmakta olanın yıkılması gerektiğini savunuyordu. Gorbaçov, ilk önce Afganistan’daki Sovyet işgaline son verdi. Zorla Sovyet sistemi içinde tutulan Letonya, Litvanya ve Estonya, Moskova'yla bağlarını kopardı. 9 Kasım 1989'da Doğu Almanya vatandaşlarının Batı'ya geçişine izin verildi. Berlin Duvarı yıkıldı. Gorbaçov durumun, Almanya'nın iç meselesi olduğunu söyledi. 1990'da Gorbaçov, "Doğu-Batı ilişkilerinde radikal değişikliklere öncülük ettiği" gerekçesiyle Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü Sovyetler dağıldı. Birçok ülke bağımsızlığını ilan etti. Komünistler bir askeri darbe (1991) ile Gorbaçov’u tutukladı.
Darbe püskürtüldü. Bu kez sistem tam anlamıyla çöktü. Çeşitli arayışlara yönelindi, değişik liderler denendi. Despotik gelenek sonunda Çarlık Rusyası'ndan ve Sovyetlerden miras olarak Putin’le geri geldi. Türkiye’deki sosyalistler de Gorbaçov’un çıkışını başlangıçta yeni yollar, yeni umutlar doğurabilir mi diye merakla izledi. Bir kısım sosyalist ise Gorbaçov’a pek sempatiyle bakmadı. Gorbaçov’un reformlarla sistemi rehabilite etme çabalarının da umutsuz olduğunu yaşayarak gördük.
Gorbaçov, sosyalizm denen gerçekte sosyalizmle ilgisi olmayan bir rejimin dünya üzerindeki tehdidini ortadan kaldırmaya çalıştı. Sovyet sistemi altındaki ülkelerin zorla Moskova’ya bağımlı tutulmalarını doğru bulmadığını ilan etti. En azından bir 10-15 yıl dünya nükleer tehditten uzak bir dönem yaşadı. Peki Gorbaçov kendi deneyini nasıl değerlendiriyordu? Totaliter sistemi ve Soğuk Savaş'ı bitirmek doğruydu ancak Sovyetlerin dağılmasını hep kederle izledim, diyordu. Birçok Rus komünisti ve dünyadaki bazı sosyalistler, çöküşten onu sorumlu tutmaya devam etti. Gorbaçov, makul ve gerçekçi bir siyasetçiydi.