Çok yakın tarihe kadar, iktidar çevrelerinin temel varsayımı şöyleydi: “Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başında olduğu sürece, iktidarımız garantidir. Allah herkese böyle muhalefet nasip etsin...” Bir bakıma haklıydılar. CHP, dünyanın hızla değiştiği bir dönemde, içe kapanmacı, demokratikleşmeyi dışlayan, askerin siyasete müdahalesine prim veren bir tercih içindeydi.
Aslında, Deniz Baykal döneminde daha da problemli daha da vesayetçi bir siyaset izlenmişti. Ancak, Kemal Kılıçdaroğlu döneminin ilk yılları da çok farklı değildi. 2011-2015 arası “Çözüm Süreci” yılları da farklı bir dönemdi. İktidar partisi, muhalefetle ilişkiyi, bu süreci başarıya ulaştırmak için daha makul şekilde yürütebilirdi. Ama gereken özeni göstermedi. Öte yandan, CHP de bilerek çözüm sürecinden uzak durdu. “Akil İnsanlar” heyetleri gittikleri birçok yerde CHP’lilerin engellemeleriyle karşılaştı.
Zaman içinde iktidar reformculuktan, değişimcilikten statükoya yöneldikçe, CHP olumlu yönde bir gelişme yaşamaya başladı. CHP'nin “tutucu kanadı” parti içindeki gücünü yitirirken, çoğulcu demokrasiye yönelik sinyaller ve umutlar güçlendi. Son yerel seçimler, bu umudun, seçmen tarafından da dikkate alındığını gösteriyor. Kılıçdaroğlu, yerel seçim başarısıyla birlikte siyasetin güçlü bir figürüne dönüştü. İktidarın “İyi ki CHP’nin başında Kılıçdaroğlu var...” söylemi artık gerilerde kaldı.
Şimdi yeni bir döneme girdik. Kılıçdaroğlu'nun, siyasi etkinliği her geçen gün kendini daha fazla hissettiriyor. Geçen hafta, “Bir CHP'li Beştepe’de Cumhurbaşkanıyla görüştü" iddiasının ortaya atılması, başta iktidarın aleyhine bir hava yaratmıştı.
Günler içinde sorun CHP'nin içine uzandı. CHP bu krizi iyi yönetemedi. Ama benim kanaatim o ki, bu son tartışma, muhalefet lehine esen genel rüzgarı pek etkilemeyecek. Aslolan oluşan siyasi atmosfer. Toplumdaki değişim isteği güçleniyor. Önümüzdeki günlerde, muhtemelen yeni siyasi aktörlerin de sahneye çıkmasıyla bunu daha belirgin bir şekilde hissetmeye başlayacağız.
Ameli’nin elleri
Payiz M. Reşat Suyusal’ın ilk öykü kitabı. Deli Durmuş’tan aktardığı türkü günümüzün temel sorununa parmak basıyor: “Bu diyarın önce kadınlarına, sonra köpeklerine, sonra sürgünlerine... Eğer mutlu ve huzurlu değilse bunlar, unutun sevgiyi, barışı, huzuru...” Kitabın dikkat çekici öykülerinden birisi görme yetisini yitiren Ameli için yazılmış. Kucağına çıkan kedileri elleriyle tanıyor Ameli:
“Bir gün ellerimin gözlerimden daha iyi görüp hissedeceğini söyleselerdi inanmazdım... Gören gözlerin yanıldığı bir görüntüyü ellerim derhal fark eder... Ben yüreğimin hükmettiği ellerimle görürken, sen de ruhunun hükmettiği yüreğinle görüyorsun..” (Kanguru Yayınları)