AK Parti’yi 20 yıla yakın bir süre iktidara taşıyan temel propaganda ve hikaye, dindar-muhafazakar kitlenin mağduriyeti üzerine kurulu. Cumhuriyet dönemi boyunca merkeze egemen olan laik-seküler kesimin baskıları iktidar sözcülerince hâlâ çoğu zaman CHP’ye yönelik eleştirilerin başında geliyor. Bununla birlikte son siyasi gelişmelerin etkisiyle laik dindar kutuplaşması ikinci plana düşüyor.
Cumhur İttifakı-Millet İttifakı şeklinde oluşan iktidar muhalefet ayrışması, laik-muhafazakar bölünmesini bir ölçüde ikinci plana iten yeni bir bölünmeye işaret ediyor. Bu yeni durum 2017 Anayasa Referandumu’yla şekillendi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin öncelikleri, mağduriyet üzerinden siyaset yapan iktidarı muktedir rolüne soktu.
Yeni saflaşma
30 Mart 2019 yerel seçimlerinde bu cepheleşme daha da pekişti. AK Parti-MHP ittifakına karşı, CHP-İYİ Parti-Saadet Partisi ve HDP bir saftaydı. İktidar bloku içindeki MHP seçmeni ne kadar muhafazakarsa hâlâ bir o kadar da laik.
Öte yandan muhalefet ittifakındaki Saadet Partisi seçmeni muhafazakar. HDP seçmeninin önemli bir yüzdesi de dindar. Yani iktidar muhalefet saflaşmasını laiklik ya da dindarlık belirlemiyor. Son dönemin belli başlı olayları konusundaki tepkilere bakarsak daha net bir analiz yapabiliriz: Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının yerine getirilmemesi, Kuzey Irak’ın Gara bölgesine yönelik askeri operasyon ve de yeni anayasa yapımı konusundaki iktidar muhalefet tartışmasının tamamı hak hukuk meselesine dayanıyor.
Muhalefetin üniversite özerkliği, evrensel hukukun kurallarına uymak, insan haklarını dikkate almak gibi uyarıları, demokrasi temelinde ilerliyor. Bu konuların tamamında Cumhur İttifakı’nın bir yanda Millet İttifakı’nın diğer yanda saf tuttuğunu ve yeni cepheleşmenin bu şekilde oluşmaya başladığını söyleyebiliriz.
AK Parti 2002 seçimlerinden 2015 seçimlerine kadar ‘dindarların mağduriyeti’, ‘askeri vesayetin sonlandırılması’ temalarını öne çıkarttı. Bölünme laiklik muhafazakarlık ikilemine oturdu. Şimdi, AK Parti’nin içinde bulunduğu Cumhur İttifakı, ‘beka’yı yani askeri, otoriter önlemleri önceliyor. Kamplaşma ve kutuplaşma bu çelişme üzerinden yeniden oluşuyor.
İktidar cephesi içinde buna rağmen hâlâ laik-seküler bağnazlığı asıl tehdit olarak görenler var. Muhalefet cephesi içinde de ‘şeriat’ı asıl tehlike olarak tanımlayan, Türkiye’nin demokrasiye henüz hazır olmadığına inanan bir kesimden söz edilebilir. Ancak bu kesimler artık eskisi kadar belirleyici değiller.
‘Şeriat tehlikesi’ üzerinden siyaset yapanlar laik cephede eskisi kadar etkili değiller. ‘Laiklik’i bir dinsizlik sistemi ve dindarlar üzerinde bir baskı sayan AK Partili seçmen sayısı da giderek azalıyor. Kutuplaşma bir başka zemine oturuyor.