Nazım Hikmet’in mezarı Moskova’da. Ahmet Kaya’nın ve Yılmaz Güney’in mezarı ise Paris’in ünlü Pere Lachaise Mezarlığı’nda. Fatoş Güney’in Yılmaz’ı anlattığı “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun” (İthaki Yayınları) kitabını bir destan gibi okudum. Bu ülkenin dünya çapındaki sanatçılarının hoyratça mahkum edildiği hayatları düşündüm. Yılmaz’ın hayatı, yaptıkları, yapamadıkları, dehası, yaşadığı acımasız gerçeklerden edindiği üstünlükler ve hataları, su gibi akıp gidiyor Fatoş’un kaleminden.
Yılmaz’ın babası Hamit Çavuş, Siverekli bir Kürt. Yaşar Kemal’in ailesi gibi, onlar da kan davası, açlık, yoksulluk tehdidi altında Adana’nın Yenice kasabasına göç ederler. Yılmaz böyle bir ortamda büyür.
Pavyon kapılarında korumalıktan, sinema salonlarına film bobinleri taşımaya, her işi yapar. Orada tanıdığı insanların da etkisiyle solcu olur. Bir sanat dergisine yazdığı öykü yüzünden komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 2 yılla cezalandırılır. 8 ay yatıp afla çıkar... Sonra İstanbul... “Çirkin Kral” filmleri... Derken 17 yaşında İstanbullu zengin bir ailenin kızı olan lise öğrencisi Fatoş’la karşılaşır.
Mutsuzluk
Yıl 1969... Yılmaz 32 yaşında... Fatoş’a evlenme teklif eder ve ertesi gün askere gider. Askerde mutsuzdur. Kendine göre bir mutluluk yorumu da vardır. Mektubunda şunları yazar: “Sevdiğim, benim en büyük endişem günün birinde mutlu olmaktır. Çünkü ben mutlu olmak istemiyorum. Herhalde mutlu olmak hallerin en kötüsüdür. Çünkü benim memleketimde mutluluk daha çiçek açmamış bir ağaçtır...” 1970’te Fatoş’la evlenirler. “Yılmaz beni daima sırtında taşıdı tıpkı sihirli ve kanatları olan bir at gibi. Sonsuz bir arazide ardından kurşun yetişmeyen, yelesi uzun, dilediğince koşan bir at olmak istiyordu Yılmaz.”
Yılmaz Güney 1972’de Mahir Çayan’lara yataklık etmekten tutuklanır, 1974’e kadar içeride kalır. Oğlu Yılmaz, ilk adımlarını Selimiye Kışlası’nın önünde atar. Af Kanunu’yla serbest kaldıktan sonra film çekmek için Fatoş’la birlikte memleketi Çukurova’ya gider. Arkadaş filminin ardından Endişe’ye başlar. Dört ay süren özgürlük büyük bir felaketle noktalanır: Yılmaz, Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’yu öldürdüğü iddiasıyla yeniden cezaevine girer. 1981 yılında hapisten izinli çıktığı bir günde yurtdışına kaçar. 1984 yılında mide kanserinden Paris’te yaşamını yitirir.
14 yıllık evliliğin sadece 5 yılını eşi ve çocuğuyla birlikte geçirebilen Yılmaz Güney, 47 yaşında yaşama veda ettiğinde Yol, Sürü, Umut gibi birçok önemli filme imzasını atmıştı. Yol, Cannes Film Festivali’nde en iyi film seçildi (1984). Yılmaz, yoksul bir köyden çıkıp dünya çapında filmler çeken bir sinema dehasıydı. Hırslı, iddialıydı. Ancak yaşama erken veda etti. Yapabileceklerinin ancak bir kısmını hayata geçirebildi. Solcuydu, komünistti... Belinde tabancasıyla bazen kabadayıydı... Bütün bu yaşananları bir solukta Fatoş Güney’in kitabından okuyabilirsiniz.