Tüm dünyada bilim insanları ve hükümetler bugünlerde aynı sorunun cevabını vermek için çalışıyorlar. Şu ana kadar toplumun ne kadarı yeni corona virüse karşı bağışıklık kazandı? Aslında nisan ayının başında, SARS-Cov-2 ve Covid-19 fırtınası daha hızlanma aşamasındayken, İngiltere’den iki bilim insanının bu konuda birbirleriyle çelişen teorilerini yazmıştım.
Neil Ferguson, Imperial College’da çalışan bir matematiksel biyoloji profesörü ve İngiliz Hükümeti’nin de Covid-19 ile ilgili danışmanı. Ferguson, mart ayının ortasında bir rapor yayınladı ve aslında hem İngiltere’nin hem de ABD’nin Covid-19 politikalarını temelden değiştirdi. Rapora göre, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, İngiltere’de 510 bin, ABD’de ise 2,2 milyon kişi hastalık nedeni hayatını kaybedecekti. Bu rapor üzerine İngiltere sürü bağışıklığı yaklaşımını bir kenara bıraktı ve her iki her iki ülkede sosyal izolasyon tedbirleri devreye alındı.
Sunetra Gupta, Oxford Üniversitesi Enfeksiyöz Hastalıklar Evrimsel Ekolojisi Grubu lideri bir epidemiyolog. O da mart ayının sonunda kendi raporunu yayınladı. Raporda, mart ayının üçüncü haftası itibari ile İngiltere’nin yarısından fazlasının enfekte olduğu tahmini yer alıyordu. Yani aslında “sürü bağışıklığı” kazanılmaya başlanmıştı. Gerçek ölüm oranı ise yüzde 0,1 civarındaydı, çünkü hastalığı belirti vermeden ya da çok hafif geçirenler, yani hasta olduğunu dahi bilmeyenlere hesaplamalarda yer verilemiyordu.
O günden bu yana çeşitli ülkelerde antikor testleri yapılarak hastalığı geçirenlerin gerçek sayısı belirlenmeye çalışıldı. Testlerden farklı farklı sonuçlar alınsa da test edilenlerin çoğunun hastalığa karşı antikor taşımadıkları ortaya çıktı. Ferguson’un görüşleri ağırlık kazanır gibi oldu.
Gupta sessizliğini bozdu!
Gupta kendi çalışmasını yayınladıktan sonra ilk defa sessizliğini bozdu ve bu hafta bir internet sitesine konuştu. Özetle, antikor taşımamanın, o kişinin Covid-19 ile hiç karşılaşmadığı anlamına gelmediğini söyledi. Hastalığa karşı genetik direnç ya da nezle gibi çok daha hafif başka corona virüslere karşı oluşan bağışıklık birçok insanın hastalığı hiç fark etmeden geçirmesini sağlamış olabilirdi. Ayrıca antikor testleri de henüz yeterli güvenilirlikte değildi. Antikor testlerinden çıkan tablonun asıl gerçeği yansıtmıyor olması çok büyük ihtimaldi.
Salgının değişik ülkelerde birbirine benzer şekilde seyretmiş olması Gupta’nın en büyük dayanağı. O, en baştan beri bu tip bir salgının üç evresi olduğunu söylüyor. Bir aylık gizli bir yayılma, bir aylık zirve yapma ve sonra da bir aylık aşağıya iniş evreleri. Bu evreler her ülkede hemen hemen aynı şekilde gözlendi. Ferguson, bu durumun alınan önlemlerin bir sonucu olduğunu, Gupta ise önlemler alındığında salgının aslında inişe geçmeye başlamış olduğunu iddia ediyor. Ülkeler farklı izolasyon stratejileri uygulasalar da alınan sonuçlar hep benzer oluyor. Gupta, hastalığın SIR adı verilen matematik modele uygun bir seyir gösterdiğini ve bu yüzden de önlemlerden ziyade kazanılmış ya da kısmen var olan bağışıklığın ve direncin önemli olduğunu belirtiyor.
Profesör Gupta’ya göre Covid-19 hastalığındaki ölüm oranı da aslında binde birden daha düşük ve muhtemelen 10 binde 1'e daha yakın. Ona göre, New York gibi bazı yerlerde izlenen yüksek ölüm oranları ise virüs yükü, toplum yapısı ve sosyal sebepler gibi faktörlere bağlı. Aslına bakarsanız, genç bir nüfus ve etkin sağlık hizmetlerine kolay erişim de ölüm oranını ciddi şekilde aşağıya çekiyor.
Gördüğünüz gibi Sunetra Gupta ile Neil Ferguson arasındaki görüş ayrılığında herhangi bir değişiklik yok. Gupta haklı ise, en kötüyü geride bıraktık ve rahat bir nefes alabiliriz. Ferguson haklı ise bir aşı bulunana kadar tedbiri elden bırakmadan yaşamalıyız. Ben şahsen Gupta taraftarıyım ama daha önce de yazdığım gibi virüs ile Rus ruleti oynamak da istemiyorum, Yavaş yavaş, adeta bebek adımları ile normalleşmeye başlamak belki de en doğrusu. Salgında yavaşlamanın kalıcı olması Gupta için en büyük kanıt olacak. Aslında, bu arada bir aşı da muhtemelen geliştirilecektir.