“Günümüzde bazı kadınlar daha erkeksi. Çünkü devletler, medya, ilaç şirketleri, gıda şirketleri; hepsi erkekleri masküliniteden uzaklaştırmak için işbirliği içinde. Çünkü özgürlüklerimizi ve haklarımızı zorbalıkla elimizden almaya çalışan büyük devletlere karşı tek tehdit erkekler.
Bu yüzden son 20 yıldır medyayı kullanarak erkeklik kavramını aşındırıyorlar. Erkekleri daha yumuşak bir hale getiriyorlar. Aptal, uysal ve bağımlı yapıyorlar. Erkekleri yeniden tasarlıyorlar. Peki, ne oluyor? Bir kadının eril enerji ihtiyacı son buluyor mu? Hayır. Bir kadının her zaman erkeksi bir erkeğin sağlayabileceği özelliklere ihtiyacı vardır.
Tıpkı bir erkeğin, sadece bir kadının sağlayabileceği yumuşak dokunuşa, sevgiye, ilgiye ve saygıya ihtiyacı olması gibi. Feminist hareket erkekliği ve erkeklikle birlikte gelen ‘güç, cesaret, onur, ustalık, fikrini belirtmek, birini savunma isteği, insanlara kapı açma isteği’ gibi tüm özellikleri kulak ardı etti. Bu heyecan verici eylemler artık ‘zehirli’ kabul ediliyor. Bir erkek evdeki ampulü değiştirmeye ya da bir şeyi tamir etmeye istekli değilse, kadınını savunamıyorsa, kadın yine de buna razı oluyor. ‘Bu erkeksi özellikleri ben geliştirmeliyim’ diyor.”
EŞİTLİK YANLIŞ ANLAŞILDI
Bu sözler Ermeni asıllı ABD’li girişimci Bedros Keuilian’a ait. Medya genellemesi hariç katılıyorum. Çünkü bizim gibi henüz yozlaşmamış kültürlere ait medya akımlarında halen bu aşındırılmış masküliniteye karşı bir mesafe ve sorgulama var. ‘Cinsiyetsizlik’ adı altında bir tür ucube, kolay kontrol edilebilir, kırılgan insan tasarımı yapıldığına, yazar J.K. Rowling ‘feministler’ tarafından tehdit edildiğinde uyanmıştım. Ama bunun neden yapıldığını anlamakla ilgili eksiklerim vardı. Feminist hareket tamamen kadınların menfaatine doğmuş olsa da bugün ne yazık ki işte bu tasarıma hizmet ediyor. Eşitliği hukuk önünde ararken hayattaki rol dağılımında kritik yanlış anlaşılmalar ve kırılmalar oldu. Bir erkeğin maskülen varlığını hissettirmesi, kadının feminen enerjisinde rahat hissetmesini sağlıyor.
BÜYÜ BOZULUYOR
İyi yaşam gurusu Tracy Harmoush’un dediği gibi “Erkekler bunu hissettiremezse biz kadınlarda o zaman ‘hayatta kalma modu’ aktif hale geliyor. Erkeksi enerjimiz artıyor. Erkeklerle kavgalarımız, savaşımız, tartışmamız büyüyor. Daha agresif oluyoruz. Zihinsel gücümüzü ispat etmeye çalışıyoruz.” Onlara benziyoruz yani. Hayatta kalma modumuz, kendimizi korumanın bir yolu. Çünkü erkeklerden, yani gelmesi gereken yerden bir koruma gelmiyor. Üzerimize giydiğimiz süper kahraman pelerini tamamen kendimizi korumak için. Erkekler kadar ‘güçlü’ olabildiğimiz için değil. İnsan üreten canlılar olarak doğurma gücümüzle kıyaslanabilen bir güçten bahsetmiyorum. Hayatın bir dengesi var. Cinsiyetler arasında bir denge var. Bu alma-verme dengesi şaştığında her şeyin büyüsü kaçıyor... Mana kaçıyor.
İSVİÇRE'DEN 100. YIL HEDİYESİ
İsviçre, Atatürk’ün Cumhuriyet’i ilanının ve Lozan Antlaşması’nın 100. yıl dönümü şerefine Türkiye’ye özel yeni bir eser ithaf etti. Bu eseri, İsviçre Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch’un davetiyle Cemal Reşit Rey salonunda dinleyebildim. Bu eser için müzisyen François Lindemann’ın görevlendirilmesi tesadüf değil. Kendisi hem Lozan hem de İstanbul’da yaşayan biri olarak iki ülke arasındaki dostluğu temsilen seçilmiş. Cemal Reşit Rey Genel Sanat Yönetmeni ve Senfoni Orkestrası Şefi Murat Cem Orhan yönetiminde seslendirilen eser, sanatın mesafeleri, farklı kültürleri, ulusları birleştirici gücünün en zarif sembollerinden biri olarak tarihe geçti.