Doğum adı Mehmed Said olan Halet Efendi, 1803 yılında başmuhasebecilik payesi ve ortaelçi unvanıyla Paris’e gönderildi. Üç yıl kadar Fransa’da kaldı, Napoléon Bonaparte zamanında geçirdiği sönük sefirlik dönemiyle tanınır. İstanbul’a döndükten sonra II. Mahmut’un akıl hocası olarak tayin ve azillerde büyük rol oynaması, halk arasındaki devlet kahyası olarak anılmasına yol açtı. Avrupa ve Avrupalı olan her şeyden nefret ederek muhafazakarların başını çekti ve çağdaşlarınca merhametsiz, kindar biri olarak nitelendirildi. Halet Efendi, iktidarına yönelik en ufak tehditte acımasız yaptırımlar uygulamaktan çekinmedi. İktidar konusundaki hırsını “Ben minarenin aleminde bulunmaktayım. Minarenin kapusundan girene ve şerefeye çıkana bir şey demem. Lakin kurşuna doğru el uzatanların yanımda bulunan bıçak ile parmaklarını keserim. Kendilerini minarenin dibinde bin parça bulurlar” şeklinde dile getirir.
Halet Efendi, kalemi kuvvetli, zekası ve dirayeti herkesçe malum bir şahsiyetti. Mülkiyeden mezun olduktan sonra birçok devlet görevinde bulundu, hatrı sayılır önemli kişilerin sohbetlerine mazhar oldu. 1803 yılında ortaelçi unvanı ile Paris’e gönderildi. Bu görevde çok başarılı olamasa da bu onun için önemli bir tecrübe oldu. İstanbul’a geri döndüğünde şımarmadan usul usul yükselmeye devam etti. Önce İbrahim Refet Efendi’ye sığındı. Refet Efendi, II. Mahmut’un gizli müsteşarıydı. Sultan ile Refet Efendi, görüşmelerini Halet Efendi vasıtasıyla yaparlardı ve bu vesile ile padişahın dikkatini çekti. Refet Efendi’nin vefatıyla, aynı sıfatla onun yerine geçti.
Irak’ta yaşanan bir fitnenin önüne geçmesi nedeniyle II. Mahmut’un takdirini kazandı. Padişah nezdindeki itibar ve nüfuzu o kadar büyüdü ki, konağı sabahtan akşama kadar devlet ricalinin ve iş insanlarının müracaat yeri oldu. Padişahı kendine bağlı tutabilmek için Yeniçeri Ocağı’nı mesken tuttu. Ocağa sürekli bağışlar yapar, gönüllerini hoş tutardı. Bağış paralarını devletin taşra eşrafını ve valilerini haraca bağlamak suretiyle elde ederdi. Karşı çıkanları da bir şekilde görevden uzaklaştırırdı.
Tepedelenli Ali Paşa’nın İstanbul’daki sarrafı Ermeni Gaspar Efendi ve oğlu, Valide Han’ın kapısında birer gün ara ile asılı bulunur. Üçüncü gün sabahı da Andıra adası voyvodası Reşit Ağa aynı yerde asılı bulunur. Ahmet Cevdet Paşa, bu olayları anlatırken her üç cinayetin sorumlusu olduğuna inandığı Halet Efendi’nin, Reşit Ağa’nın asılmasına karar verildiği sırada geçen bir konuşmayla ilgili enteresan bir olayı aktarır. Reşit Ağa’nın da fesada karıştığı gerekçesiyle asılmasına karşı çıkan oradaki merhamet sahiplerinden birisi, “Bu Reşit henüz genç bir adamdır, acaba bir başka şekilde cezalandırılsa…” diyecek olduğunda, Halet Efendi hemen onu tersleyip, bilinen tavrıyla, “Genci öldürmek yazık, ihtiyarı öldürmek yazık! İdam etmek için her zaman orta yaşlı adamı nereden bulmalı!” dediğini yazar.
Nihayetinde Halet Efendi’nin ipliği pazara çıktı. Sultan II. Mahmut sonunda gaflet uykusundan uyandı ve Halet Efendi’yi sürgüne yolladı. Halet Efendi, sürgünde gittiği Konya’da boğuldu ve ardından şu dizeler akıllarda kaldı: “Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur; yıkıldı gitti dünyadan, dayansın kabirdekiler.”
Sultan II. Mahmut, bir gün mevlevihaneyi ziyaret eder ve dedeler tarafından dergah kapısında karşılanır. Kapının yanında Halet Efendi’nin kesik başı üzerine dikilen bir mezar taşı vardır. Bunu görünce II. Mahmut’un suratı asılır ve dedeye sorar: “Şeyhim, bu halete (durum) ne dersin? Dede, padişahın hâlâ kinli ve öfkeli olduğunu anlar ve zor durumda kalır. Halet Efendi her ne kadar halkın çokça canını yakmışsa da mevlevihaneye yaptığı hizmetler inkar edilemezdi. Bu durumda ne lehinde ne de aleyhinde konuşmak mümkün değildi. Nihayetinde şu nükteli yanıtı vererek işin içinden sıyrılır: “Efendimiz, o da bir halet (ölümlü) idi, geldi geçti...”