50-60 metrekarelik sınıflarda günde en az altı saat tahta sıralar üzerinde zaman geçiren öğrencilerin oturma şekli, düzeni, disiplini dikkate alındığında bilfiil cezalandırıldıkları söylenebilir.
Öğrenciler boşuna “Bu bizim ne işimize yarayacak?” diye sormuyor, çünkü okulda öğrendikleri ile hayat arasında bir bağlantı yok!
İlkokul birinci sınıfa başlayan öğrencinin dersi de kırk dakika lise son sınıfta okuyan 18 yaşındaki delikanlının dersi de kırk dakika. Matematik dersi de kırk dakika, beden eğitimi dersi de kırk dakika. Bu nasıl bir kırk dakikadır, aynı anda herkese uyuyor?
Kira, barınma, beslenme sorunundan 15 bin 92’si İstanbul’da olmak üzere üniversiteyi kazanan 105 bin 772 öğrenci kayıt yaptırmadı. ODTÜ ve Boğaziçi’ni kazanan 47 öğrenci de üniversite hayalinden vazgeçti. Anlaşılan öğrencileri sadece sınavlar elemiyor! OECD ülkeleri ilkokulda çocuk başına 8 bin 650 dolar, Türkiye 4 bin 134 dolar harcıyor. Ortaokulda onlar 9 bin 941 dolar, Türkiye 3 bin 491 dolar ayırıyor. OECD ortalaması lisede 9 bin 941 dolar iken, Türkiye 3 kat geride 3 bin 175 dolarda kaldı.
OECD ülkelerinde aileler eğitime yüzde 9 katkı sağlarken, Türkiye’de aileler yüzde 20 harcıyor. Türkiye’de eğitimin yükü ailelerde…
MEB örgün eğitim verilerine göre 5-17 yaş grubunda 1 milyon 201 bin çocuğun okul kaydı yok. 15 yaşındaki Diyarbakırlı tekstil işçisi Ahmet: “Hayatımda hiç okula gitmedim, okuma-yazmam bile yok. 7 yaşından beri hep çalıştım. Benim hayalim ne olsun? Bir evimiz olsun. Sokağa atılırız diye korkmayalım. Bütün hayalim bu!”
Gençler! Ürettiğiniz her konfor alanı öğrenmenize ve gelişmenize ket vuruyor. Eğitim donanımınızı artırma zorunluluğunu fark edin. Her alanda bilgi ve deneyimlerinizi geliştirin. Artık çoklu bir dünyadayız ve senden daha iyi kendini yetiştirmiş bir yabancı, kendi vatanında senin işini elinden alabilir!
Vakıf üniversitelerinin yaptığı zamlara bakınca, sanırsınız yaratıcılık dersine Asimov, girişimciliğe Steve Jobs, ekonomiye Daron Acemoğlu giriyor. İşin ekonomik boyutu en önemli problem, işin içerik boyutu ise bir başka problem!
Bir diploma hâlâ zorunlu fakat ekonomik değişim hızlandıkça, işverenler üniversitelerden gelen yeni mezunları eğitmek yerine işe hazır insanları tercih ediyor. Birçok işveren, diploma derecesi yüksek adaylardan ziyade üniversitelerin doğrudan öğretmediği sosyal beceriler, duygusal zeka, takım çalışması, iletişim ve zaman yönetimi gibi kriterlere sahip adaylara çok daha fazla şans veriyor. Diplomanın arkasına iliştirilen bireysel gelişimi destekleyen özel seminer ya da kurs sertifikaları iş başvurusunda diğer adayların önüne geçmek adına önemli bir referans oluyor.
Üniversitelerimizin birçoğu yapı olarak birbirinin kopyası görünümünde ve hemen hepsinde aynı klasik lisans programları var. Bu tektipçi yapıdaki en büyük problem, bu kurumlardan mezunların çok büyük bir çoğunluğunun mezun oldukları bölümlerle ilgili olmayan mesleklerde iş hayatlarını devam ettiriyor olması. Mezun öğrencilerin sonraki kariyerleri ve piyasa istihdamının talepleri göz önüne alınmadan, birbirinin kopyası olarak kurulan bu üniversiteler, üniversite ve iş hayatı entegrasyonunda sınıfta kalıyor!