Devlet eliyle terörün yaşandığı Filistin’de, sözde ‘insan hakları’ savunucusu birçok Avrupa ülkesi, İsrail’e “tam destek” sunuyor. İsrail’e destek konusunda ABD, İngiltere, Almanya birbiriyle yarışıyor.
‘İnsan hakları’ dendiğinde mangalda kül bırakmayan bu ‘Siyonist seviciler’, Netanyahu’nun ayağına kadar gitmekte bir sakınca görmedi. Aslında ortada şaşılacak bir durum yok çünkü Avrupa ülkeleri bunu zaten hep yapıyor. 1821’de aynısını Osmanlı’ya yaptılar. Yunan ayaklanması günlerinde İngiliz, Fransız ve Rus hükümetleri, asilere dolaylı biçimde yardımcı oldu. Onlara para, silah ve savaşçı gönderilmesine ses çıkarmıyor, kendi gizli istihbarat servislerince de yardımda bulunuyorlardı. 1821 yılının mart ayında başlayan Mora İsyanı, askerlerin halkı galeyana getirmesiyle birlikte kısa bir sürede katliama dönüştü.
Türkleri kıyımdan geçirmeye başlayan Rumlar, ‘ne bu adada ne de dünyada hiç Türk kalmayacak’ şeklinde sloganlar eşliğinde kan dökmeye başladı. Katledilen bölgelerde Rumlar, kestikleri kafaları sancaklarına takarak dolaştırdı. Artık ortada milli bir meseleden çok vahşice öldürme güdüsü vardı. Hamile kadınların karınları deşildi, yenidoğanlar taşlara vurularak parçalandı. Yunanların ulusal kahraman ilan ettiği Aleksandro İpsilanti, bu harekatın başında yer alan kişiydi. Rusların da desteğini alan İpsilanti, Rum halklarının isyan etmesini teşvik etti. Eflâk Boğdan bölgesinde başlatılmaya çalışılan isyan Türk kuvvetleri, Bulgarlar ve Sırplar tarafından bastırıldı. İlk isyan teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanan İpsilanti, bu kez Mora Yarımadası’nda ikinci isyanı başlattı.
Tarihçi George Finlay, Yunan bir rahibin anlattıklarından yola çıkarak yaşananları şu sözlerle özetliyor: “Mermiler ve kılıçlarla yaralanmış kadınlar kaçmak umuduyla denize koştu, bu sırada kasten vuruldular. Yunanlar bebekleri annelerinin kollarından aldı ve kayalara vurdu. Üç ve dört yaşlarındaki çocuklar denize atılarak boğuldu. Katliam bittiğinde cesetler ya denize atıldı ya da sahile yığıldı ve salgın hastalık tehdidiyle karşı karşıya kalındı.” İngiliz yazar William St. Clair, Mora’daki Rum katliamını şu çarpıcı cümlelerle anlatıyor: “Dünyanın haberi olmadan yok edildiler. 20 bini aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında Rum komşuları tarafından katledildi.
Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan öldürüldü.” Bir başka İngiliz yazar Steven Runciman, “Bu, Yunanların bağımsızlık veya kurtuluş savaşı değildi; Türklere ve öteki Müslümanlara karşı başlatılmış olan bir yok etme savaşıydı” diyor. Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, “Ölüm ve Sürgün” adlı kitabında “26 Mart 1821’den, o yılın 22 Nisan tarihine denk düşen Paskalya Bayramı’nın pazar gününe kadar 10 bin ila 15 bin dolayında kişinin hunharca öldürüldüğü tahmin ediliyor. Türklerin, Yunanlar tarafından yok edilmeleri, önceden hazırlanmış bir plan çerçevesinde gerçekleşti” sözleriyle konuyu özetliyor.
Eski Birleşik Krallık parlamento üyesi Christopher Montague Woodhouse, “The Greek War” adlı kitabında şu ifadelere yer veriyor: “Kadınlar ve çocuklara çoğu zaman öldürmeden önce işkence ediliyordu. Kenti ele geçirmelerinden 48 saat sonra Yunanlar başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere her yaştan ve cinsten 2 bin kadar insanı bir araya topladı ve en yakındaki dağlar arasında derin bir vadiye götürerek hepsini öldürdü.” Yunanistan’ın bugünkü marşının yazarı Dionysios Solomos, 1823’te kaleme aldığı şiirinde Yunanların Osmanlıya başlattığı isyanı dile getiriyor. Şiir, özgürlük için Türklerin katledilişini meşrulaştırmaya çalışıyor ve Türkleri adil olmayan millet olarak tanımlıyor, öldürülmeleri gerektiğini savunuyor.