Senelerce ‘İtilmişle Kakılmış’ı izlemiş bir neslin çocukları olarak, çok da garipsemememiz gerekiyor belki bir Türk komedi dizisindeki ‘dayak komikçiliği’ni. Ama o kadar itici geliyor ki artık bu tür sahneler, ne komik ne de trajikomik bulabiliyoruz karısına sürekli dayak atan‘komikçi’leri. Alemin Kralı dizisindeki Kubat tiplemesi karısı Nihale’yi düzenli bir şekilde dövüyor.
Nihale bu durumdan rahatsızlık duymakla birlikte hem bu durumu çevresine çaktırmamaya çalışıyor hem de kocasını her seferinde affedecek bir şey buluyor. Dayaktan moraran gözünü makyajla kapatmaya çalışırken, bir yandan ‘Dayak manyağı çıktın sen, şiddet bağımlısı herif!’ diye söyleniyor, bir yandan da kocasının kendisini affettirme bahanesiyle aldığı hediyeye sevinip ‘Vicdan azabı çektin di mi öküz!’ diyerek sözde naz yapıyor.
‘Dayak’, Nihale tiplemesi tarafından ‘Bugünkü darp hakkını kullandın sen’ tepkisiyle komikleştirilip, normalleştirilirken, Kubat tiplemesi de replikleriyle ve komik surat ifadeleriyle sevimlileştiriliyor. Günün sonunda ‘dayak’, olağan, tolere edilebilir bir durum olarak yansıtılıyor, hatta ‘gülünüp geçiştirilebilir’ bir şey haline getiriliyor. Tamam, dizilerin ‘didaktik’ olmaları, hep doğru mesajlar vermeleri, ‘Bay Yanlış ile Doğru Ahmet’ tadında olmaları gerektiğini savunmuyoruz ama ‘kadına şiddet’ konusunda son derece ciddi ve ölümcül sorunlar yaşadığımız bu kadar ortadayken, hala ‘dayak komikçiliği’ yapmak niye?
Toplumda kadına şiddet konusunda iyi kötü bir farkındalık yaratma mücadelesi verilirken, bunca sivil toplum örgütü ve kuruluş bu sorunu çözmek için bebek adımlarıyla da olsa yol almaya çalışırken, birileri hala ‘dayak’ üzerinden komikçilik yapmaya çalışıyorsa, bunu sadece ‘bilinçsizlik’ olarak nitelendirmek ‘saflık’tır kanımca. Şiddete gülüp, bir de üstüne alkışlayacaksak, daha çoook kadının hayatı kararacak desenize!
Concon assolistlik dönemine dönüş mü var?
Uzun zamandır assolist atışmasına şahit olmadığımızdan, Gülben Ergen ve Sibel Can’ın bayramlık ağızlarını bozdukları(!) atışmaları pek bir şaşırttı bizi. Hatta Twitter’daki izlenimlere bakılırsa, hoşumuza bile gitti. Bayramda konser vermek için Sibel Can’la aynı uçakla Kıbrıs’a giden Gülben Ergen’e ‘Dönüşte Sibel Can’la görüştünüz mü?” diye sorulunca, Ergen “Ben her zaman önde otururum. Bir numara benim. Herkes arkamda oturur’ yanıtını vermiş, Sibel Can da karşılık olarak “O hala 10 yıl önce Hülya Avşar’ın yaptığı ‘Şampiyon belli, ikinci kim?’ tarzındaki açıklamalarda kalmış. Ancak ben Hülya değilim ki... Hülya gibi Gülben’le eğlenecek vaktim de yok.
Üstelik korumam da o uçakta en önde oturuyordu” demiş. Ne oldu da Gülben Ergen, anneliğiyle, memleket meselelerine duyarlılığıyla, ‘sosyal sorumluluk projeleri’yle gündeme gelirken, birden direksiyonu kırıp 90’ların concon assolist çizgisine saptı anlayamadık. Ya bu konuların pek bir prim yapmadığına kanaat getirdi ya da o ‘duruş’ bir Mustafa Erdoğan projesiydi ve ayrılmalarıyla birlikte ‘sürdürülebilir’ olmaktan çıktı. Kimbilir... Öyle ya da böyle, Sibel Can’dan da okkalı bir cevap gelince, Ergen’in ‘gönderme’si, lezzetli bir ‘atışma’ya dönüştü. Devamı gelir mi bilinmez ama şu bir gerçek ki, 90’ların concon assolist atışmalarını özlemişiz...
Haftanın notları
- Başbakan Erdoğan’ın ‘İktidarımıza mal olsa da yapacağız’ dediği ‘Kentsel Dönüşüm Yasası’ için çalışmalar tamamlanmış. Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin dört bir yanındaki kentsel dönüşümler için 400 milyar dolar kaynak gerektiğini ifade ederek “Bedeli ne olursa olsun, Türkiye’de depreme dayanıksız yapılan, salaş, kaçak yapıları mutlaka rehabilite etmek zorundayız” demiş. (Bugüne kadar kentsel dönüşüm adı altında gördüklerimiz devasa plaza ve AVM inşaasından ibaret olduğu için, kentsel dönüşüm lafını duyunca ister istemez ürküyoruz. Depremi gerekçe gösterip kentleri dönüştüreceksek eğer, önce kentsel dönüşüm anlayışımızı revize edelim. Aksi halde neye dönüşeceğimiz malum(!)
- Pendik Belediyesi’ne bağlı bir grup süpürgeci, Kemal Sunal’ın Zincirlikuyu’daki mezarını, oyuncunun 67. doğum yıldönümü olan 11 Kasım’da ziyaret ederek ‘Bizler, şimdi vefa zamanı diyerek, gönüllerde hala taptaze bir duyguyla yaşadığını anlatmak istedik’ şeklinde bir açıklama yapmışlar. Süpürgeciler, Çöpçüler Kralı filminde oynayan Sunal’ın kendilerini en iyi şekilde temsil ettiğini belirterek, oyuncunun, yaşadıkları hayatı, kendilerini konu alan tek filmde hafızalara nakşettiğini ifade etmişler. (Meslek gruplarının genellikle filmlere, dizilere ve oyunculara alınganlık göstermelerine, ‘Bizi yanlış tanıtıyorlar’ diye şikayetçi olmalarına alıştığımız için, süpürgecilerin bu anlamlı hareketine hem şaşırdık hem de hayran kaldık. Her faniye kolay kolay nasip olmayacak bu vefa ve sevgiye layık olan Kemal Sunal’ı da bir kez daha rahmetle anmış olduk)
Bebek’in Pasha’sı
Son yılların popüler semtlerinden Bebek, geçtiğimiz ay yeni bir restorana daha kavuştu. Özellikle mezeleriyle iddialı olan Pasha Bebek, şık dekorasyonu ve farklı ambiyansı ile semte yeni bir soluk getirdi. Mekanın işletmecisi Anita Hanım’ın babaannesinin özel tariflerini uygulama imkanı bulduğu restoranda Ermeni mezelerinin yanı sıra Türk ve Rum mutfağının öne çıkan mezeleri de sunuluyor. ‘Mayonezli levrek’, ‘pabucaki’, ‘muammara’, ‘fava’, ‘humus’ ve ‘Paşa böreği’ni çok beğendiğim restoranda benim favorilerim ‘topik’ ve ‘pastırma turşusu’ oldu. Mezeler o kadar lezzetli ve doyurucuydu ki ana yemekleri tadacak yerim kalmadı(!) Grek ve Türk Sanat Müziği ağırlıklı çalan, pastel renkler ve bolca ayna kullanılarak dekore edilmiş bu şık mekanda sevdiklerinizle ‘birbirinizi duyarak’ sohbet etmenin keyfini çıkarabilir, isterseniz özel davetleriniz için de salonun belli bölümlerini ayırtarak kullanabilirsiniz.
(20.11.2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)