‘Tiyatromuzda öğretmen rolünü oynamak ister misiniz?’ diye sorduklarında, lise yıllarındaki tiyatro maceralarım aklıma geldi. Günler, aylar süren provalar, ezberler ve sonrasında sadece birkaç temsil... Ama ne keyifti! diye düşündüm sonradan. Kulis sohbetleri, perde arasından seyirciyi kontrol etmeler, sahneye çıkmadan önceki anların insanın karnında kelebekler uçurtan heyecanı ve sahneye çıkar çıkmaz ‘başkalaşmanın’ müthiş keyfi... ‘Tamam, oynarım’ dedim.
Üç-beş dakikalık, kısa bir roldü. Ancak oyunu izledikten sonra gözüm korktu. Öğretmeni oynayan Cansın öyle güzel dolduruyordu ki rolü... Oyunun genel sanat yönetmeni ve Pınar Çocuk Tiyatrosu’nun baş danışmanı Şakir Demirpehlivan beni yüreklendirip ‘Evde çalışırsın, sonra bir de prova yaparız, kotarırsın’ deyince ‘Eh, hadi bakalım’ deyip kabul ettim. Benim oynayacağım sahnede okula yeni başlayan Can ile diyaloğumuzu evde benim oğlanla çalıştık.
Bizimki, Can’ın rolünü ezberlemekle kalmadı, benim öğretmenin repliklerini de ezberledi. Oyundan bir gün önce tüm oyuncularla prova yaptık ve içim biraz rahatladı. Ama oyunun oynanacağı gün saat 11:00 olunca bende sıkı bir heyecan başladı. Kuliste volta atıp durdum. Nihayet sahneye çıkma sırası geldiğinde ise heyecanımın rengi değişti ve işin keyifli kısmı başladı. Rolüm bitip de kulise geri döndüğümde fark ettim bir cümleyi eksik söylediğimi. ‘Neyse’ dedim, bunu seyircinin bilmesine imkan yoktu. Bizimkini unutmuşum tabii. Beni görür görmez ‘Anne, ‘İyi günler babası’ demeyi unuttun’ demesin mi! ‘O kadar çalıştık, nasıl unutursun?’ gibisinden baktı bana. ‘Eh, sahne heyecanı’ diyemedim. 18 yıl sonra kısacık bir rol için de olsa yeniden tiyatronun içinde olmak çok iyi geldi. Pınar Çocuk Tiyatrosu’na, Excel İletişim Danışmanlığa ve tabii ki ‘Yaşasın Büyüyorum’ ekibine teşekkür ederim.
Yaşasın Büyüyorum
Oyunun ücretsiz olduğunu bilmiyordum. Meğer Pınar Çocuk Tiyatrosu bugüne kadar 3 milyon çocuğu ücretsiz olarak tiyatroyla buluşturmuş. Geçen yıl trenle 25 il gezmişler. Bu sene de 25. yıllarını kutluyorlarmış. Bu ara sergiledikleri ve Mart sonuna kadar sürecek olan oyunlarının adı ‘Yaşasın Büyüyorum’.
Bir çocuğun anne karnından başlayarak ergenliğe kadar uzanan büyüme macerası. Oyunun baş kahramanı Can’ın anne karnındaki kıpırdanmalarıyla başlıyor oyun, ki bana göre en can alıcı kısımlarından biri burası. Dekorlar, ışık, kostümler gayet başarılı. Oyunculuklar ise tek kelimeyle harika. Çocuklarıyla birlikte keyifli vakit geçirmek isteyen anne babalar, oyun her cumartesi/pazar saat 11:15’te Mecidiyeköy’deki Profilo Alışveriş Merkezi’nde... Duyurulur...
Bir Terapistin Arka Bahçesi
‘En sosyal duygumuz, belki de utançtır, çünkü davranışlarımızı ve insanlarla olan ilişkilerimizi düzenler. Bir başkasıyla ilişkiye geçtiğimizde hissederiz bu duyguyu ancak. Başkasının bilmediği hiçbir şey utandırmaz bizi...’ Bu cümleler bir terapistin arka bahçesinden... Alper Hasanoğlu’nun ‘Bir Terapistin Arka Bahçesi’ kitabından. Kitabı ‘Ben’, ‘İkimiz’ ve ‘Hepimiz’ diye üç ana bölüme ayırmış Hasanoğlu. İlk bölümde hayatın anlamı, aşk, can sıkıntısı, içimizdeki şiddet gibi konuları ele almış.
İkinci bölümde evlilik ve sadakatsizliği anlatmış. Üçüncü bölümde ise Batı Psikiyatrisinin Doğulu Bireye ne verebileceğini sorgulamış ve göç psikolojisinden bahsetmiş. Altını çize çize, sindire sindire okumak isteyeceğiniz türden bir kitap bu. Özellikle ‘aşk’ ile ilgili kısımları çarpıcı. Yine de benim en çok hoşuma giden yazılarından biri ‘okuma’ tutkusunu anlattığı ‘Oral Takıntılarımız: Mesela Okumak’ yazısı. Orada bir ipucu da veriyor Hasanoğlu mesleğiyle ilgili ‘...
Sahaflardaki ikinci el kitapların içinde eğer ilk okurun ismi ve bir de altları çizili satırlar varsa... O garip haz duygusu, sanki bir hayatı gözlemliyormuşum gibi gizlice. O yüzden de terapist oldum biraz. Hayatları gözleyebilmek ve kıyısından dahil olabilmek için. Yalnızlığın da paylaşılır olduğunu, şairlerin hep doğruyu söylemediğini kanıtlamak için...’ Velhasıl kelam, insana ve insan olmaya dair bir dolu sır ve duyguyla dolu bir arka bahçe burası... ’Gezip keşfetmeye değer’ derim...
HAFTANIN NOTLARI
- TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, AK Parti İstanbul Milletvekili Hakan Şükür’ün Lig TV’de yorumculuk yapacağı şeklindeki haberleri ‘Vekillik ile bağdaşmayan bir iş yaptığın zaman milletvekilliği düşer. Ağır yaptırımlar var’ diye değerlendirmiş. Hakan Şükür ise TV yorumculuğu yapacağına ilişkin eleştirileri yanıtlarken bunun etik olmadığını düşünmediğini belirtmiş ve “Yazı yazarak para kazanan milletvekilleri var. Özgürlüklerin konuşulduğu bir ortamda böyle bir konunun konuşulmasını istemezdim. Vicdanen rahatım” demiş. (Milletvekili seçildikten sonra duyduğumuz ilk açıklaması ‘Büyüklerimiz en doğrusunu bilirler’ olan Hakan Şükür TV’de futbol yorumculuğu yapmalı mı? Yapmamalı mı? Bu siyasi bilgisi ve ilgisiyle milletvekili bile seçildiğine göre, mutlaka futbol yorumculuğu da yapmalı aslında. Tamam herkes işini yapmalı ama bazıları da her işi yapmalı, değil mi? Etik mi dediniz? Bırakın Allah aşkına, neyimiz etikti ki, Hakan Şükür’e gelince etik uzmanı kesiliverdik!)
-Manken Sema Şimşek, 10 yıllık eşi Burak Hakkı’ya boşanma davası açmış. Bunca yıllık eşini hiç tanıyamamış olduğunu ifade eden Şimşek, eşinin kendisini aldattığını belirtmiş ve delil olarak eşine ait olduğunu öne sürdüğü msn kayıtlarını mahkemeye vermiş. Burak Hakkı’nın eşini aldattığı kadınla yaptığı bu yazışmaların bir bölümü olduğu gibi gazetelerde yayımlanmış. (Msn yazışmalarını okuyunca ‘İnsan ne kadar kızgın olursa olsun, yarın bir gün bunları çocuğunun okuyacağını hesap ederek bazı şeyleri gizli tutmalı’ diye düşünüyor insan. Ve bir kez daha şaşırıyor o ‘en seviyeli’ görünen beraberliklerin, o örnek gösterilen çiftlerin gün gelip de böylesine ‘çirkef’leşebiliyor olmasına. Bu seviyeye inmeyen bir ünlü boşanması görebilecek miyiz bilmiyorum ama ‘google’ dünyasında yaşadığımızı, ileride çocuklarımızın tüm bunları okuyacağını düşünerek hareket etmeyi öğrenmeliyiz hiç değilse)
( 15.01.2012 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır. )
22 Ocak 2012, Pazar 04:00
Haberin Devamı