Posta.com.tr/ Serpil Dokurel | Gaziantep'in Şehitkamil ilçesindeki 5 katlı Gölgeler Apartmanı'nın yıkılmasının ardından enkaz altında kalanlardan biri olan 17 yaşındaki Adnan Muhammet Korkut, 94 saat sonra enkazdan sağ olarak yürüyerek çıkartıldı. Bodrum katta bir alanda bir masanın bulunduğu bölümde bulunan Korkut, 5 gün boyunca burada kurtarılmayı bekledi. Enkazdaki kurtarma çalışmalarını bulunduğu yerden takip eden, hatta kepçe girdiğinde odanın içinde yer değiştirip kendini korumaya çalışan Korkut, sesini 94 saat sonra duyurdu. Günler sonra enkaz altından çıkarılan genç, bu süre boyunca idrarını içerek hayatta kaldığını belirtti. Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Fatih Yıldız, konu hakkındaki tüm soru işaretlerine cevap olacak, açıklamalarda bulundu.
YAŞADIKLARINI ANLATTI
Hastanede annesinin başından ayrılmadığı Adnan Muhammet Korkut, yaşadıklarını anlattı. Salonda yatarken depremin olmasıyla enkaz altında kaldığını ifade eden genç, şöyle konuştu:
“Üşümemek için üzerime battaniyeyi aldım. Hayatta kalmak için kendi idrarımı içtim. Annemin yetiştirdiği çiçeklerin parçaları vardı, onu yedim. Ayaklarım da donuyordu. Bir parça kıyafet buldum. Ayağıma çorap yaptım. Süreyi öyle geçirdim. Bulunduğum alan evin salonu ama dirseğimle elimin boşluğu arasında. Diz üstü yürüyemiyordum, asker yürüyüşü yaptım. O şekilde hayatta kalmaya çalıştım. Telefonumu kaybetmiştim ilk başta. 6 saat sonra alarm çaldı. Telefonu elime aldım. Şebeke çekmiyordu. Şebekenin çekmesi için taşların içinde mücadele ettim. 25 dakikada bir alarm kurdum ki yardım gelirse duysunlar ve uyuyup kalmayayım. Şarj ikinci günü bitti. Çaresizce AFAD’ı bekledim.”
KENDİ İDRARINI İÇEREK HAYATTA KALDI
5 gün boyunca enkaz altında idrarını içerek hayatta kaldığını belirten depremzedenin bu davranışının sağlıklı olup olmadığını, ilerleyen zamanlarda bir sağlık problemini meydana getirip getirmeyeceğini değerlendiren Dr. Fatih Yıldız, “İdrar vücuttan atılan toksinleri, fazla tuzu ve kısmen bakterileri içerir. Vücudun ve böbreklerin su ihtiyacını karşılamak için idrar içmek tuz ve toksin içeriği nedeniyle vücuttan daha çok suyun idrar olarak atılmasına yol açabilir. Suya ulaşılamıyorsa kısa süre için idrar içilebilir” dedi. İdrar içmenin kısa bir süreliğine yararı olabileceğini belirten uzman, uzun süren durumlarda bu durumun fayda değil aksine vücuda zarar vereceğini belirtti.
“Vücut ağırlığının yüzde 5’ine kadar olan sıvı kaybı genelde iyi tolere edilir” diyen Dr. Fatih Yıldız, “Su kaybının yüzdesi arttıkça kişinin böbrekleri ve bilinci etkilenmeye başlar. Söz konusu kişi bebek, küçük çocuk ve yaşlıysa daha hızlı belirtiler ortaya çıkar. Böbrek yetmezliği gelişebilir. Olay daha ziyade vücudun su - tuz dengesini yerine getirmekle ilgilidir” açıklamasında bulundu.
İdrar içmenin ilerleyen zamanlarda ciddi bir sağlık sorununa neden olup olmayacağını sorduğumuzda Dr. Yıldız, buna kan tahlilleri ve idrar testleri ile takip edilip karar verilmesi gerektiğini söyledi.
Diyetisyen Gülçin Işık da çok susamış olmanın idrar içmek için yeterli bir gerekçe olmadığını belirterek, “Amerikan Ordusu tarafından yayınlanan ‘Saha Yönergeleri’ne göre, çok zor durumda kalındığında bile idrar tüketilmemesi gerekir. Kişi bunu bir müddet daha hayatta kalabilmek için vücuttaki sıvı kaybını engellemek için, dehidrateyi önlemek için uygular. Ancak unutmamak gerekir ki uzun süre susuz kalmış birinin idrarı, sağlıklı bir kişinin idrarından daha yoğun iyon barındırır” dedi. Sağlıklı bir insanın en fazla 7 gün susuz kalabileceğini söyleyen diyetisyen Işık, özellikle göçük altında kalma gibi stresli durumlarla karşı karşıya kalındığında bu sürenin 5 veya 6 güne düştüğünü belirtti. Böylesi zorlu şartların maalesef sıra dışı olduğunu belirten uzman, bu duruma örnek olarak 2008 yılında Çin’de meydana gelen 8.0 büyüklüğündeki depremdeki bir adamı hatırlatarak, suya erişimi olmayınca 146 saat yani 6 günden uzun süren bir dönemde bu şekilde yaşama tutunduğunu belirtti.
Diyetisyen Gülçin Işık, bu depremde 94 saat sonra mucizevi bir şekilde göçükten çıkarılan ve hayatta olan gencin, 'çiçek yiyerek hayatta kaldım' sözleriyle ilgili de şu değerlendirmede bulundu:
“Çiçeklerde de durum aynı diyebiliriz. Yediğimiz yiyeceklerin bir kısmının yenilebilir olduğunu düşündüğümüzde bu durumun da çok zararlı olmayacağını söyleyebiliriz. Gül, lavanta, papatya vb. çiçekleri gerek çay olarak, gerek reçel ya da tatlı olarak kullanabiliyoruz. Ancak evlerde yetiştirdiğimiz çiçeklerin alerjik reaksiyon yaratma durumu var. Zehirlenme, anaflaktik şok, bulantı, kusma, uyuşukluk vb. etkileri görülebilir. Örneğin açelya bitkisi evlerde yetiştirdiğimiz, yaprakları zehirli bir bitkidir. Kişide kusma, bulantı dışında koma, görme bozukluğu gibi etkilere yol açabilir. Ya da deve tabanı evlerde sık yetiştirilen bitkiler arasındadır. Toksik yükü oldukça fazladır. Yutulduğunda dilin şişmesine bağlı boğulmaya sebep olabilir. Maalesef ki böylesi enkaz altında kişi açlık ve susuzlukla mücadele ederken yapılacak bir şey olmadığında bunlara başvurabiliyor.”