Kafam karışık… Bir kadın aldatıldığında asaletini hiç bozmamalı, konuşmamalı, kuyruğu dik tutmalı ve canının yandığını etrafa hiç göstermemeli mi? Yoksa ‘canımı yaktın şerefsiz’ diye haykırmalı, adamın ipliğini pazara çıkarmalı ve hatta ona şarkılar yazarak içini mi dökmeli? Hangisi doğru? İşte size pazar pazar düşünmelik, bir mevzu. Konu nerden çıktı derseniz…
Bir süre önce iki çocuğunun babası, ünlü futbolcu Pique tarafından aldatılan ünlü şarkıcı Shakira’dan çıktı. Ama neticede aldatma evrensel, olaya öyle bakın. Biliyorsunuz, Shakira bir süre önce aldatıldığını öğrendi ve eşinden ayrıldı. Zaman zaman canının yandığını, üzüldüğünü de hiç saklamadı. Hatta yeni yıl dileğinde “Birisi bize ihanet etmiş olsa da, güvenmeye devam etmeliyiz. Çünkü iyi insanlar, edepsizden çok daha fazla” diyerek gönderme bile yapmıştı. Bence çok güzeldi, çok insaniydi.
Belki de çok gerekliydi. Ama “Sen Shakira’sın, böyle içli içli paylaşımlar yapma” diye öğüt verenler, ona bunları yakıştırmayanlar oldu. Niye? Dünya starısın diye bir kalbin yok mu? Emin olun, aldatılan bir kadın, oraları çoktaaaan geçmiş oluyor. Nitekim Shakira da oraları geçmiş, ki bu kez acayip bir şarkı yapmış. Sözler fena. Diyor ki yeni şarkısında; “Ben senin liginde değilim, 22 yaşındaki iki kıza bedelim. Ferrari’den inip Twingo’ya bindin, Rolex’i Casio ile değiştirdin. Yalvarsan da sana dönmeyeceğim. Spor salonunda o kadar vakit geçirdin, biraz da beynini geliştirseydin...” G G G Off, ortalığı sallar bu şarkı...
Şarkıda küçümsediği markalar ona dava açar mı bilemem ama Shakira’nın gözü dönmüş belli ki! Canı yanan bir kadın tam da böyle yapar işte. İçini dökmek ister, bağırmak ister, tepinmek ister, isyan etmek ister. Ünlü olması da hiç bir şeyi değiştirmez. Bu öyle bir psikoloji ki, yaşayan bilir ancak. Bu durumdaki kadına da ‘Biraz cool ol’ demek nafile çaba. Ayrıca, bu ülkede aldatılan kadınlar ne şarkılar yaptı, bütün ülke de coştu o şarkıyla. Shakira yapınca mı ‘yakışmadı’? Karşı tarafa layık olduğu şeyleri söylemek gerek bazen. Yanına kar kalınca, yüzsüzler daha da yüzsüzleşiyor çünkü.
VİZYONDA NE VAR?
‘Servet Operasyonu’ vasat ama sıkmıyor!
Antalya’da çekildiği için, bizim için normal bir Hollywood filminden daha önemli hale gelen ‘Servet Operasyonu’ (Operation Fortune) nihayet vizyonda. Ben de üşenmedim, gittim, izledim. İşte izlerken sayıkladıklarım…
- Derinlikli, kıvrak zekalı senaryoların ustası Guy Ritche, aşırı sıradan bir ajan filmi yapmış. ‘Görevimiz Tehlike’ ve ‘James Bond’ filmlerinin en vasatı diyebiliriz ama sıkılmadan izleniyor yine de.
- Filmi izlerken, ‘Antalya’ya ne zaman gidecek bunlar?’ diye aşırı merakla bekliyorsun, konsantrasyonun bozuluyor resmen!
- Neyse ki ajanlarımız peşinde oldukları şeyin ‘Turkey, Antalya’da’ olduğunun altını çiziyor bol bol. Asıl olay Antalya’da yani.
- Genel Antalya planları, Kaleiçi’nde kaçıp kovalamaca, filmin sonuna doğru Aspendos’ta çatışma sahneleri. Güzel görüntüler var, bol bol da halılarımız. Bir yerde de Mimar Sinan ve Timur heykelleri gösteriliyor, ajan kızımız isimlerini telaffuz ediyor ama kimdir nedir bu kişiler, havada. Merak eden baksın değil mi ama?!
- Jason Statham gibi bir ismi Kaleiçi sokaklarında kovalamaca yaparken izlemek insanın hoşuna gidiyor niyeyse.
- Bir de Türk oyuncular var filmde. Bestemsu Özdemir havalimanında görülüyor, ikinci sahnesinde de bayıltılıyor, bu kadar. ‘Hollywood filminde oynadım’ demese daha iyi bence ama iyi yolda sonuçta, durmasın. Tim Seyfi, Hugh Grant’le karşılıklı oynuyor, perfomansı çok iyi. ‘Yargı’ dizisinin adaletli savcısı Kaan Urgancıoğlu ise bu kez ajanların adamı. Ukrayna mafyası üyelerinden biri olarak mal teslimi sırasında Jason Statham’la yan yana oynuyor. Bence gayet hoş, gayet havalı. Bir süre önce “Rolüm kısa diye oynamayacaktım aslında” diye açıklama yapmıştı ama iyi ki oynamış. Bir yerden başlamak lazım sonuçta.
Çay fiyatları borsayı geçmiş
Sosyal medyada yeni tartışma konusu çay fiyatları. İçkiyi konuştuk, kahveyi masalara yatırdık, şimdi sırada çay var. “Çay fiyatları oynaklıkta borsayı geçmiş” diyorlar, çok haklılar. ‘Son iki ay içerisinde bir küçük cam bardak çaya en fazla kaç TL ödediniz?’ diye anketler bile yapılıyor. Hemen söyleyeyim: Geçen gün Kanyon’da bir kafede oturdum, kruvasan söyledim, yanına da çay. Çayın fiyatı 28 TL. Şaşkınız elbette.
Eskiden esnaf lokantalarında yemek sonrası ikram edilen çay, artık 20-30 TL arasında satılıyor çünkü. Yemek sonrasında 4 kişi çay içsen 100 TL. İkişer tane içsen, 200 TL. Mekanlar da masraflarını, girdi maliyetlerini böyle çıkarıyor demek. Ama 28 TL çay nedir Allah aşkına! Bu kadarı da abartılı, bu kadarı da fırsatçılık değil mi artık? Biz ne yaşıyoruz gerçekten bilen var mı?
Ramazan’da fiyatlar sabitlenir mi?
Pahalılık demişken… Ne ucuz, ne pahalı ipin ucunu kaçırmış durumdayım kendi adıma. Anlamıyorum artık ama şu net; yeme içme fiyatları almış başını gidiyor maalesef. (Böyle yazınca da, “sadece o mu?” diye tepkiler geliyor. Şu an bu mevzuyu yazıyorum izin verirseniz, başka zaman başka şeyler de yazarız elbette) Marketlerden gelen fiyat sabitleme hamlesinin ardından restoran ve lokantaların çatı örgütü TÜRES de restoran ve lokantalara “Ramazanda fiyatları sabitleyin” çağrısı yaptı o yüzden. Peki mantıklı mı? Hiç değil!
Olacak şey var, olmayacak şey var, bunu ben bile biliyorum. Bir restorandaki yemek maliyetleriyle, marketteki fiyatlar eşdeğer mi? Yediğimiz her yemekte aşçının, kominin, garsonun, mekan kirasının, ışığın, ısıtmanın onlarca girdinin hesabı yapılırken, her restoranın fiyat politikası ayrıyken olacak şey mi? Gerçekçi politikalar üretmek varken, gündem olma çabası diye bakıyorum ben bunlara. Bu absürd teklifler yerine denge öğütleseniz herkese mesela? Herkes bir parça dengeli olmaya çalışsa? Her şeye biraz denge lazım çünkü. Sözlere de, fiyatlara da.