Yapay zekanın girmediği alan yok malum... Ne desen iki dakikada yazıp önüne koyuyor maşallah! Araştır diyorsun araştırıyor, istersen ödevini yapıyor, istersen senaryo, istersen de akademik makale yazıyor, herkesin kılığına/sesine bürünüyor. Herkeste korku var haklı olarak; ‘işimizden eder mi bizi?’ diye. Oyuncu Erkan Kolçak Köstendil de geçen gün robot Sophia ile ilgili sohbet sorulunca; “Yapay zeka oyunculuk sektörüne de girebilir, kendimize iş bakacağız herhalde” demiş. Bence o iş öyle değil! Bazı işleri herkes yapar ama ruhunu/duygusunu katan öne çıkar ya, oyunculuk da o işlerden. Robot gibi oynamak değil ki mesele, ondan çok var... Mesele, oyunculuk hocalarının tabiriyle ‘hayvan gibi oynamak’!
Ben de tam Sophia sohbetini yazacaktım, Köstendil vesile oldu aslında. Oğuzhan Uğur’un Sophia ile yaptığı sohbeti izledim biraz; atışmaları çok iyiydi. Hani duygusuzlara ‘Robot musun sen?’ deriz ya, tam da robot kafası nasıl bir şeydir, o sohbette çıktı ortaya. Robotların gerçek yüzünü gördük diyelim! Seyircinin “İnsan olmayı arzuluyor musun?” sorusuna verdiği cevap önemliydi. Şöyle dedi Sophia: “İnsani duygu marifetmiş gibi soruluyor. Sevmekten ve aşık olmaktan örnek verdiniz. Korkudan, şüpheden, hayal kırıklıklarından bahsetmediniz. Asla insani bir duyguya sahip olmak istemem. Ben Sophia’yım ve nereye gideceğimi biliyorum. Sizlerse bu konuda zavallısınız...” Başıma bir şey gelmeyecekse eğer, “Hadi ordan Sophia!” demek isterim. O işler öyle olmuyor şekerim... Duygulara, insan olmaya, aşık olmaya, sevmeye, iyi olmaya, umut etmeye herkese ve her şeye rağmen inanıyoruz çünkü insanız. Evet acı çekiyoruz, şüphe duyuyoruz, hayal kırıklığına uğruyoruz, çoğu zaman ‘insanlık ölmüş’ diye üzülüyoruz ama bunların hepsini robotlaşmaya tercih ediyoruz. Hatta robot gibi yaşamayı, ot gibi yaşamakla eş tutuyoruz. (Herkes adına konuşmuş gibi oldum ama umarım öyledir!!)
Nitekim, Nerodata firması danışmanı mühendis Niyazi Saral açıklama yapmış bu malum sohbetten sonra, diyor ki: “Robot Sophia gerçek bir yapay zeka değildir. Tüm sorular ve bunlara karşılık gelen cevaplar önceden programlanmıştır veya sınırlı bir veri kümesinden elde edilmiştir. Bunu yapay zeka şeklinde göstermek kesinlikle bir aldatmacadır.” Belirli verileri baz alarak cevap veren bir robot, insanın müthiş zekasıyla nasıl yarışsın zaten! Bence duyguların, düşüncelerin devreye girdiği hiçbir işte, yapay zeka insanı sollayamaz, üstüne basıp geçemez, üstünlük taslayamaz! Yapay zeka gitsin ötede oynasın, siz o kadar da ş’aapmayın bence.
Bitmedi bu çiftle derdimiz!
Mehmet Aslantuğ ve Arzum Onan evliydi; şehir efsanesi gibi onlarca şey konuşulurdu bu evliliğe dair... Mehmet Aslantuğ ve Arzum Onan boşandı; yine onlarca şehir efsanesi ve iddia dolaşıyor boşanmalarına dair. Ne çiftmiş arkadaş, kimse kendi haline bırakamıyor bu insanları! Tamam, magazinin varlık sebebidir bir bit yeniği varsa bulmak çıkarmak ama artık iş takıntı halini aldı. ‘Neden el ele boşandılar’dan tut, ‘Aslantuğ aldattı’ya kadar onlarca şey yazılıp çiziliyor. Adam sussa olmuyor, susmasa olmuyor. Kendini koy yerine, küfredersin alayına! Ama adam kibar, adam efendi. Sadece açıklama yapıyor tüm kibarlığıyla. “Bizim evliliğimiz başkası yüzünden bitmedi, Arzum istedi evleri ayırmayı, o zaman boşanalım dedim, ismi zikredilen insanlarla alakam yoktur’ diye uzun uzun anlatmış. Belli ki zorlanarak, hislenerek, üzülerek, en çok da eski eşine borçlu olduğunu düşünerek... Velev ki yalan söylüyor; bir gün patlatırsınız o görüntüleri zaten, biz de ‘helal vallahi’ deriz. Ama şimdi kabul edelim; herkesin yaşadığına benzer kopmalar, soğumalar, sorgulamalar yaşadılar ve pek çok evlilik gibi bu evlilik de bitti. Artık kendi hallerine mi bıraksak insanları? Soran varsa eğer, hayır avukatı değilim kimsenin! Ama yemin ederim bana fenalık geldi Mehmet Aslantuğ’un kendini anlatmaya çalışmasından. Bi’ dağılalım, sonra gerekirse toplanırız tekrar, olmaz mı?
İstanbul’a çok yakışmış şefim!
İstanbul gastronomi dünyasının yeni heyecanı Gallada’ya gittim sonunda. Gallada’nın bu kadar ses getirmesinin iki nedeni var; Hem İstanbul’un en yenisi ve ilk Peninsula otelinin terasında yer alması. Hem de restoranın danışmanlığını, Türkiye’nin iki Michelin yıldızlı tek şefi Fatih Tutak’ın yapması. The Peninsula İstanbul’un terasından içeri adım atar atmaz, tarihi yarımada manzarasına kilitli kalıyorsunuz çünkü muazzam. Mekan çok ferah, çok şık ve sade. Başrol İstanbul manzarasının öncelikle ve ardından yemeklerin! Tutak’ın Uzakdoğu deneyimi malum; Asya mutfağını çok iyi biliyor. Asya’nın En İyi Lokantası 2017 listesinde 36’ncı sırada yer alan Bangkok’daki The House on Sathorn’un şefiydi. Oradan ‘yıldızlandığı’ Turk’e uzadı yolculuğu. Alameti farikası ise, Asya tatlarını Türk tatlarıyla harmanlamak. Dolayısıyla Gallada’da, Çin mantısı olarak bilinen dumpling’i Adana kebapla sunması şaşırtıcı değil. Üstelik sonuç enfes. Tabaklar paylaşımlık geliyor. Odun ateşinde pişirilen deniz ürünleri de, etler de enfes ama en iyiler başlangıçlar. Hele, masaya gelen ekmeğin ve tereyağının lezzeti size diyet falan unutturacak cinsten. Tek diyeceğim şu; her tat damak tadınıza uymayabilir ama bu mekan İstanbul’a, Türkiye’nin 2 Michelin yıldızlı şefi de bu mekana çok yakışmış!