Geçen aya kadar Metin Akpınar’ın varlığını hiç bilmediğimiz ikiz kızlarını konuşuyorduk...
Yıllar önce yaşanan bir ilişki sonrası dünyaya gelen kızların, babaları onları kabul etsin diye verdiği hukuk mücadelesini günlerce hep birlikte izledik. Kızlarını kabul etmediği, bağrına basmadığı için Metin Akpınar’ı suçlayanlar, suçu anneye atanlar, kızlara ‘neyin peşindesiniz’ diye soranlar...
Her kafadan bir ses çıkıyordu. Sahi ne oldu o olay, unuttuk gitti bir anda değil mi? Derken Cüneyt Arkın’ın ilk eşi psikiyatrist Güler Mocan’dan olan kızı Filiz’in babayla yaşadığı sorunlar gün yüzüne çıktı. Filiz, babasının mirasından pay almak için mücadeleye başladı. İlk eş Güler Mocan’ın anlattıkları ilginç. “Cüneyt kızımın eğitim ihtiyaçlarını bile karşılamadı. Onu ben okuttum. Cüneyt’in kızıyla görüşmesi yasaktı, gizlice buluşurlardı. Telefonda kızıma vicdan azabı çektiğini ve çok büyük haksızlık yaptığını söylemişti...”
Güler Mocan, miras davasında tanık olarak dinlendiğinde Cüneyt Arkın’ın yaptıklarını böyle anlatıyordu. Kızı Filiz’in babasıyla 30 yaşından sonra görüşmeye başladığını söyleyen Mocan; şöyle söylüyordu: “Betül (Arkın’ın ikinci eşi) o güne kadar kızımın babasıyla görüşmesini istemedi, kapıdan bile kovmuşluğu vardır.” Hikayeye bakar mısınız? Kızınla görüşmek için izin beklemek ne demek ya? Yıllarca ‘iyi aile babası’ portresi çizen, hayranlık duyduğumuz bir aktörün, kızına yaşattıklarına bakınca, dev bir hayal kırıklığı yaşamıyor musunuz? Ölünün arkasından konuşulmaz ama ‘Yerlere göklere sığdıramadığımız oyuncular bu muymuş?’ diyorsun.
Zira onları daha nahif bir dönemin insanları saymıştık hepimiz. Yeşilçam patladı da Hollywood şahane mi peki? Brad Pitt de çocukları yüzünden linç ediliyor şu ara. Angelina Jolie ile birlikte evlat edindikleri Pax, üvey babası için “dünyanın görebileceği en büyük pislik” diyerek hakaret dolu sözler sarfetti. Brad çocuğa neler yaptı, Angelina mı doldurdu oğlunu, evlatlık olduğu için kompleks mi yaptı vs gibi derin düşünceler içinde, al sana başka bir hayal kırıklığı daha! Şimdi biz bu hayranı olduğumuz yıldızların özel hayatlarına hiç bakmadan, sanatlarına ve işlerine mi odaklanalım sadece? Bu yaptıklarını görmezden mi gelelim?
Hadi bakalım, dönüp geldik mi yine Fazıl Say’ın sözlerine... Farah Zeynep Abdullah’ın Yılmaz Güney’e dair eleştirileri için dedi ya hani; “Bach’ın gençlik yıllarında düellolarda çok sayıda ölüme sebebiyet verdiğini, Beethoven’ın tacizciliği ve tecavüz girişimleri, Brahms’ın evcil hayvanları özellikle kedileri düzenli olarak katleden bir sapık olduğu ... Yıllar içinde bunlar sıklıkla önümüze gelir. ‘Konser programının ilk bölümde bir katili, ikinci bölümde bir tecavüzcüyü dinleyeceksiniz’ mi diyelim? Suçsuz insan yok. Mükemmel bir dünya zaten yok!” Böyle mi olmalı gerçekten? Suçsuz insan yok diye, suçları/ ayıpları görmezden mi gelmeli? Şimdi gel de kolay kolay sev, hayranlık duy, alkışla birilerini. Vallahi bu hayal kırıklığı çok fena şey.
Teoman’a yakışırdı bu dövme!
Kanadalı R&B şarkıcısı Drake, kaşının üzerine Arapça ‘miskin yazdırmış. Hem de dövmeyle! Gerçek yani. Uzun zamandır ‘tembellik kariyeri yapıyorum’, ‘canım bir şey yapmak istemiyor’, ‘üşeniyorum’ türü açıklamalarıyla gündemde olan Teoman’a yakışmaz mıydı böyle bir dövme? Zaten bu haberi okuyup ‘tüh ya, benim aklıma niye daha önce gelmedi’ diye başını duvarlara vurduğuna yemin edebilirim ama ispatlayamam! Drake’in dünyasında ‘fakir ve acınası’ ya da ‘tatlı ve masum’ anlamlarında kullanılan bir kelime imiş bu ‘miskin’ ama pekala Teoman’a cuk uyardı! Ne de olsa ondan başka kimse miskinliği bu denli yüceltmedi bu ülkede!
Fon oyunu gişe rekoru kırar
Çok değerli yapımcılar ve senaristler.. İyi senaryo yok diye ağlayıp duruyorsunuz, sürekli aynı konularda dizi/film çekip seyirciyi sinir ediyorsunuz ya… Alın size Dilan Polat olayı, şaheser bir iş olur. Bunu demiştim daha önce. Ama Türkiye senaryo konusunda öyle zengin bir ülke ki, gişe rekoru kıracak başka bir hikaye daha geldi: Bankacı Seçil Erzan’ın fon oyunu! Ülkenin en ünlü futbol insanları işin içinde. Para, açgözlülük, ihtiras, nefret, ihanet ne ararsan var düşünsene. Yeter ki ‘Yargı’nın senaristi Sema Ergenekon gibi detaycı ve iyi bir yazara teslim edin bu işi. Sonra arkanıza yaslanın ve izleyin bizim gibi!
8’İNCİ KEZ SAILING CUP
İstanbul’un tam kışa döndüğü ve fırtınaya teslim olduğu günlerde, güneşli mi güneşli Göcek koylarında bir yelkenli yarışı izliyordum... Aksine, rüzgar çıksa da yelkenliler yarışmaya başlasa diyorduk! Hem deneyimli yarışçılarıyla hem de ilk kez katılanların ‘hissettikleri’ o ruhla, bir festival havasına bürünen Rixos Sailing Cup’ın 8’incisi yapıldı geçen haftalarda. 11 ülkeden 73 tekne ve 600 yelkenci katıldı yarışlara. Neticede yarışın sloganı gerçek oldu; dostluk kazandı.
Her yarış gününün ardından da sokak lezzetleri ve barbekü partisi ile yorgunluk atıldı, canlı müzikle eğlenildi. Özetle Sailing Cup bu sene de çok efsaneydi. Yarışa Rixos’un yelkenlisinde katıldım ve rüzgarı beklerken Kaptan Ömer Öztürk’ten yelken dersi dinledim. Sonuçta öğrendiğim şu; bu işi yapmak isteyen sabır sahibi olacak, net! Günün sonunda senin isteklerinin hiçbir önemi yok, doğaya uymak ve rüzgarı beklemek zorundasın. Koşturup duran bedenimize, oradan oraya savrulan ruhumuza sabretmeyi, durmayı öğretmenin en iyi yolu yelken yapmak sanırım. Herkese böyle bir deneyimi tavsiye ederim.