'Bergen’ filminin son zamanların en çok izlenen filmi olmasına hiç şaşırmadım. Filmi izlediğim andan beri biliyordum bunu. Önce sinema fiyatlarıyla ilgili kriz, ardından pandemi derken, kimse sinemaya gitmez olmuştu. O yüzden bir filmin 4 milyon izleyiciye ‘yeniden’ ulaşması gerçekten sevindirici. Amaa… Bu gişenin nedeni ‘ağlak bir film’ olması değil. ‘Bu başarının temel nedeni ağlamak için sinemaya gidilen bir memleket olmamızdan’ deniliyor ya hani, hayır değil!! Bu ülke, bugüne kadar en büyük gişeleri komedi filmleri ile yaptı.
Rekoru elinde tutan filmler; Recep İvedik’ler, Gora’lar değil miydi? O zaman ne oldu? Bu tez çöktü! ‘Bergen’ filminin başarılı olmasının nedeni, gerçekten iyi bir film olması. Kadına şiddetin sembol filmi olması dışında, bunu ajitasyona prim vermeden, eli yüzü düzgün bir film olarak yapmalarıdır.
Ve en önemlisi bu filmin izlenmesinin nedeni, gerçek olmasıdır. Gerçek acıları, garçek bir hikayeyi anlatmasıdır. Hakkını teslim edelim yani; ‘eğlenmeyi/gülmeyi seven bir millet olsaydık gişede çakılırdı’ gibi bir mantıkla olaya bakmak haksızlık olur.
VİZYONDA NE VAR?
AİLE,DOSTLUK VE AŞK HİKAYESİ
Madem filmle girdim mevzuya, devam… Ferzan Özpetek’in yeni filmi ‘Şans Tanrıçası’ cuma günü vizyona giriyor. Pandemi nedeniyle gösterimi geciken filmlerden biriydi; geçtiğimiz günlerde, özel bir gösterimde izledik. Aile, dostluk, ilişkiler üzerine sıcacık bir film. Ciddi bir hastalıkla boğuşan Annamaria’nın iki çocuğunu, sevgili olan yakın arkadaşlarına bırakması, sonrasında çocukların bu ikilinin hayatını nasıl değiştirdiğini anlatıyor.
Bir yandan ‘ölüm varsa her şey yalan’ diyor alt metninde. Hayattaki kavgalarımızın anlamsızlığını, sevmenin nasıl olması gerektiğini öyle yumuşak ve sıcacık öğretiyor ki… Ferzan Özpetek’in filmlerinin olmazsa olmazı Sezen Aksu şarkıları da var filmde. “Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne, aldatıldık aldatıldık sevda böyle değil’i söyleyen Sezen Aksu, bir anda çıtayı yükseltiyor.
Ferzan Özpetek’in o klasik, kalabalık sofraları olmaz mı? Öyle iyi geliyor ki insana o sofralar, birlikte yenilen yemekler. “Hamam’dan sonra en iyi eleştirileri aldığım filmim oldu bu” dedi Özpetek konuşmasına başlarken ve ekledi: “Bugüne kadar her filmimi etkilenerek yaptım ama kendi hayatıma en yakın film bu. Filmi çektiğimiz sürede anne baba olmaya dair, ilişkilere dair bütün ekibin fikirleri değişti.” Yani sıcacık, duygusal bir film izlemek isteyenler kaçırmasın.
Sorumlu Restoran Hareketi
Gıda israfı, gelecekte yiyecek bulma sıkıntısı gibi gerçekler yüzümüze tokat gibi çarptıkça, yeme içme alışkanlıklarımız da değişiyor. Bazen insanlar restoranları etkiliyor, bazen de restoranlar insanları ama sonuçta farkındalık giderek artıyor, burası net. Bu meselelere duyarlı olmayan restoranların ve şeflerin ayakta durma şansı ise giderek azalıyor. Yani duyarlı müşteri, duyarlılık bekliyor! Bu vesileyle İstanbul’un en eski kebapçılarından Köşebaşı’nın girişimlerinden bahsedeceğim...
Yeme içme sektöründe 9 marka ve 30’dan fazla restoranla faaliyet gösteren Akkomarka bünyesindeki Köşebaşı’ndaydık geçen akşam. Bu kez kebap yemek için değil, grubun yürüttüğü ‘Sorumlu Restoran Hareketi’ni dinlemek için! Markanın yönetim kurulu üyesi Hasan Yeşilyurt ve markanın kurucusu, 52 yıllık kebapçı Ali Akkaş; gelecek nesillerin iyi yaşam hakkını dikkate alarak hayata geçirdikleri girişimi anlattı.
Doğaya saygılı, sürdürülebilir, misafire ve çalışana karşı etik değerleri koruyan bir yapının geliştirilmesi için çalışıyorlar ve küçük değişikliklerle büyük farklar yaratabileceklerine inanıyorlar. Nasıl değişiklikler mi? Mesela bir kebapçıya gittiğinizde masayı anında donatırlar ya, soğan, gavurdağı, yeşillik, bilimum garnitürle. Bu olayı bitirmişler. Artık isteyen müşteriye veriyorlar çünkü çoğu çöpe atılıyormuş!
Böylece, servisten dönen atığı yüzde 25 oranında azaltmayı başarmışlar. Atıkların bir kısmını da barınaklara ulaştırıyorlar. Yerli üretimi, kadın üreticileri destekliyorlar. Plastik kullanımını yüzde 99 azaltmışlar, camları da dönüşüme kazandırıyorlar. Bunun dışında aydınlatma giderleri, su giderleri her şeyi kontrol altına almışlar. Geri dönüşüme kazandırılan her 70 kilo kağıt ile 1 ağacı kesilmekten kurtardıklarının da altını çizdiler. İşte sorumlu restoran hareketi budur, her restorana şart bence!
YARINLARA BALIK KALSIN!
Madem bu konuya girdim, ‘Yediği önünde yemediği yarında’ projesini atlamayayım. Metro Türkiye’nin şahane projesi, doğru koşullarda doğru yemlerle beslenen, atıklarıyla doğaya zarar vermeyen çiftlik ürünlerini kapsıyor. Bu sayede, 2022 yılı sonuna kadar 400 ton çipura ve levrek yetiştirilecek ve yaklaşık 500 ton deniz balığı kurtarılmış olacak. Markaya kocaman bir bravo.
GEZEREK ALIŞVERİŞ YAPIYORUZ, ETİKET OKUMAYI BİLMİYORUZ!
Bir süre önce Metro Türkiye’nin Konda ile yaptığı yeme-içme alışkanlıkları araştırmasından da bahsedeyim hemen…
Türkiye’deki alışveriş tercihlerinin dönüşümü, sağlıklı beslenme eğilimi ve yeme içme alışkanlıklarını ortaya seren ve 31 ilden 2 bin 725 kişinin katılımıyla gerçekleşen araştırmada şöyle sonuçlar çıkmış:
- Çevrimiçi alışverişte eğilim artsa da, 10 tüketicinin 8’i gıda alışverişini gezerek ve görerek yapıyor. Maalesef ben de onlardan biriyim!
- Alışverişte hız ve kolaylık beklentisi artmış durumda.
- Pandemi sağlıklı beslenme alışverişimizi tetiklerken, yöresel ve organik sertifikalı ürünler popülaritesini artırdı.
- Hayvansal gıdaların üretim koşullarına ve ürünün çevreye zarar verip vermediğine dikkat edenlerin oranı yüzde 14-18 civarında.
- Ambalaj okuma alışkanlığımız buna rağmen çok düşük. En çok ürünlerin son kullanma tarihine bakıyoruz.
- Ayrıca pandemi döneminde evde yemek pişirme oranı yine eski haline döndü. En çok sebze yemeği ve ardından pilav pişiriyoruz.
- Menemeni soğanlı yiyor, pideyi pizzaya tercih ediyoruz.