Mahsun Kırmızıgül’ün yeni filmi ‘Prestij Meselesi’ni çarşamba günü galada izlerken şunu düşündüm: Ne kült dönemlermiş meğer… Televizyona çıkmak için aylarca/ yıllarca beklemek ama çıktığın an ‘yırtacağını’ bilmek, tutacak tek bir şarkı için yıllarca debelenmek, televizyon patronunu iyi olduğuna inandırmak, kaset sattırmak… Yani şimdiki gibi kolay değilmiş hiçbir şey. Dijital mecralar yok, ‘kendi kanalımı açarım’ yok, para yok, imkan yok. Tek bir özel kanal var; oradakileri ikna edemezsen yoksun! İşte ‘Prestij Meselesi’ filmi o günleri ve 90’ların efsane müzik şirketi Prestij Müzik’in üç sanatçısını anlatıyor.
Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Haluk Levent’in şöhrete ulaşma hikayesini. Zevkinize uyar ya da uymaz ayrı ama hatırlayın, bu üçlü fırtınalar estiriyordu o dönem. Hem de öyle zor bir dönemde; az şey değil. Mahsun, o dönem Mustafa Topaloğlu’na yapıyor ‘Alem Buysa Kral Benim’ şarkısını ama o, “Bu şarkı benlik değil, sana daha çok uyar” diyor ve Mahsun yıllardır beklediği patlamayı yapıyor. Özcan Deniz ‘Meleğim’ şarkısıyla ‘oluyor’.
Zorluklara katlana katlana ‘yırtan’ üç ismin umut hikayesi bu. İnanmak, vazgeçmemek, destek olmak ve başarmak güzel şey. O yüzden filmin duygusu da çok güzel. Hayatlarını değiştiren adam, yapımcıları Hilmi Topaloğlu’nun hakkını da teslim ediyor senarist ve yönetmen Mahsun Kırmızıgül. Bu adam onlara inanmasa, her düştüklerinde kaldırmasa; belki de olmayacaklardı bugün. Arada, ‘bazı karakterler ve sahneler fazla mı karikatürize?’ diye düşündüm bu arada.
Hatta çıkışta Emel Müftüoğlu’nu görünce, ona da sordum ama o ağlamaklı sesiyle “O kadar aynı ki herkes, o günleri tekrar yaşadım, çok duygulandım. Hilmi Abi tam da öyle biriydi, herkes neyse o” deyince ikna oldum. Hem duygusal hem komik bir film; izleyin bence, iyi zaman geçireceksiniz. Mahsun’un dijital platformlar yerine sinema salonlarında olmayı seçmesine de bravo. Böyle bir filme de bu yakışırdı.
ALEM BUYSA KRAL ONLAR!
Sanatçıların hayatlarını anlatan biyografiler sözkonusu olduğunda bir itirazı vardı Mahsun Kırmızıgül’ün. Hatta ‘Bergen’ filminden sonra da şu açıklamayı yapmıştı: “Bir şarkıcının hayatını oynayabilirsiniz ama onun şarkılarını asla onun gibi söyleyemezsiniz. Ben sevdiğim sanatçıyı izlemeye giderken, ona hayat veren oyuncunun amatörce söylediği şarkıları duymak zorunda değilim…” Haklı mıydı? Sonuna kadar. Oyuncular, yapımcılar bunu bir oyunculuk başarısı olarak gördüğü için bu tercihte bulunabiliyor ama işin aslı şu ki; kimse bir sanatçı gibi söyleyemez parçalarını. İşte ‘Prestij Meselesi’nde tüm bu nedenlerle, üç sanatçının gerçek, orijinal seslerini dinliyoruz.
PEKİ BENZEMİŞLER Mİ?
MAHMUT KIRMIZIGÜL: Babası Mahsun Kırmızıgül’ü oynuyor ki, tartışmasız şahane fikir. Şarkı söylerken babasının tüm hareketlerini kopyalıyor, hık demiş burnundan düşmüş. Galada ayak üstü konuştuk Mahmut’la; Amerika’da film ve TV yapımcılığı eğitimi almış, bundan sonra da oyunculuğa devam etmek istiyor. İnşallah diğer rollerinde de babasını canlandırdığı kadar başarılı olur. ÊÊ
ONUR GÖZETEN: Özcan Deniz’i oynuyor. Tipi, ses tonu falan ancak bu kadar benzeri olabilirdi diyorsunuz. Zaten üç sene önce ‘Seni Çok Bekledim’ dizisinde yine Deniz’in gençliğini oynamış, olaya hakim yani. Daha ne olsun, on numara Özcan olmuş.
ALİ ERKİN ACIR: Haluk Levent’i oynuyor. İyi de oynuyor. Uzun saçları, yüz hatları, ağız yapısı gerçekten o gibi. Konservatuvar öğrencisiyken, kendini sette bulmuş.
ENGİN HEPİLERİ: Hilmi Topaloğlu’nu oynuyor. Rahmetli yapımcı ile hiç tanışmadım ama anlatılanlar o ki; komikliği, işbitirici yanı, matraklığıyla tam da böyle biriymiş. kendisini tanıyanlar, bu performansı alkışlıyor.
MUSTAFA TOPALOĞLU: Bülent Emrah Parlak oynuyor. Ekranda izlediğimiz kadarıyla nevi şahsına münhasır bir karakterdi Topaloğlu ama fazla karikatürize edilmiş gibi geldi, yani olmamış. Yine de tanıyanlar daha iyi bilir.
DEDE VE NİNELER HER ZAMANKİNDEN KIYMETLİ
Okuduğum bir habere göre; tüm gezegende 1.5 milyar kişinin torunu var. Ve bu rakam bundan 63 yıl öncesinin üç katı. Yani doğurganlık düştüğü için nine-dede sayısı rekor seviyede! The Economist’in haberine göre; dünya üzerinde büyükanne ve büyükbabaların sayısının artmasının önemli ekonomik ve sosyal sonuçları varmış.
Biri şu; çocuklar aile büyüklerinin desteği sayesinde daha iyi performans gösteriyor. İkincisi; kayınvalidenin ev işlerine destek vermesi, kadınların çalışma hayatına katılmasını daha fazla artırıyor. Öte yandan, bu aile büyükleri tarafından büyütülen çocuklar yaşıtlarına göre daha daha fazla duygusal ve davranışsal sorun yaşıyormuş. Ama torunlara bakmak yaşlılara iyi geliyor; depresyon ve yalnızlıktan şikayet oranları düşüyormuş.
Görünen o ki, yaşlıların çocuk yetiştirmedeki payları giderek büyüyecek. Çin’de, büyükanne ve büyükbabaların daha iyi torun bakmaları için okul bile kurulmuş. Bence biz de düşünsek fena olmaz... Zira, çocuğu olanlar bakıcı masraflarının fahiş artışından çok şikayetçi. Dolayısıyla büyükanne ve büyükbabaya geçen yıllardan daha fazla ihtiyaç var. Bu hayat pahalılığında başka çare de yok gibi!