En baştan yazayım; müthiş bir filmdi. Cuma günü vizyona girecek ‘Elvis’ filmini, İstanbul Life dergisinin daveti ile önceden izledim ve uzun süre de etkisinden çıkamadım. 1950’lerin ortasından itibaren dünyanın en büyük müzik ikonlarından biri ilan edilen, rock’n roll müziğin kralı Elvis Presley’nin hayatını anlatan film; duygusal sahneleri bir yana acayip dinamik bir biyografiydi.
Resmen, tadına doyulmaz bir konser izlemiş gibi oldum. Bugüne dek yapılan müzik tabanlı biyografiler içinde tartışmasız ilk sıralara koyacağım film; ünlü Avustralyalı yönetmen, senarist ve yapımcı Baz Luhrmann imzası taşıyor.
Romeo+Juliet, Moulin Rouge!, Australia, The Great Gatsby dersem, ne demek istediğim anlaşılır herhalde! Luhrmann’ın 9 yıl aradan sonra imza attığı film; ‘Kral’ın müzikal yolculuğunu anlatırken, Amerika’daki siyasal hayata da ışık tutuyor. Filmin güzelliği de burada bence. Luhrmann da filmini anlatırken bu noktanın altını çiziyor: “Ben Elvis’in hayatını anlatırken, hem onu seven milyonların duygularına saygı gösterdim hem de yaşadığı yılların Amerikası’nda sanat ve ticaret arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalıştım.”
Sadece ticaret mi? Siyaset de, Amerikan müzik hayatının tam içinde o yıllarda. Çünkü siyahilerin müziğine hayran bir Elvis ortalığı karıştırabilir! Bir de ahlakçılar var her dönem olduğu gibi! Elvis’in seksi danslarının zararlarına yönelik iddialar, sahneden indirilmesi, toplum ahlakını bozmasın diye askere yollanması…
Filmin çok iyi çekildiğini söylemem gerek gerçekten. Film, menajerinin diliyle anlatılıyor bu arada. O menajer ki, kimse tanımazken Elvis’i keşfeden ve onun bir ikona dönüşmesi serüveninde yanında olan menajeri, ‘Albay’ lakaplı Tom Parker. Onu bir yıldıza dönüştürürken, aynı zamanda sömüren ve çürüten bir menajer.
Austin Butler, çok iyi iş çıkarmış
Gelelim, filmin yıldızına... Yani Elvis Presley’i canlandıran genç yıldız Austin Butler’a. Yukarıdaki yazıda özellikle ismini geçirmedim çünkü kendisine ayrı bir başlık açılmasını kesinlikle hak eden bir performansı var. “Benzemiş mi, benzememiş mi?” tartışmalarını bir kenara bırakarak söylüyorum; izleyici beklentisinin alabildiğine yüksek olduğu bir rolün altından başarıyla kalkmış.
20. yüzyılın en ikonik yıldızlarından birini, eleştirmenlerin deyimiyle ‘başarıyla reenkarne etmeyi’ başarmış. Menajer Albay Tom Parker’ı ise Tom Hanks oynuyor. Yanlış değilsem, kariyerinde ilk kez ‘kötü adam’ı oynuyor ve kilolu haliyle de epey şaşırtıyor. Korkunç sevgi selinin ortasında yalnız hisseden, şöhretin içinde kaybolan starını nasıl sömürüyor, nasıl bir kapanın içine hapsediyor, izledikçe üzüleceksiniz.
Müzisyen biyografilerinin çoğunda olduğu gibi. Film yarın vizyonda, 150 dakikayı aşkın süresi olsa da hiç sıkmıyor. Mutlaka izleyin; hem hiçbir yerde denk gelemeyeceğiniz bir konsere gitmiş gibi çıkacaksınız salondan, hem de müthiş dersler çıkaracağınız bir hayat hikayesi izleyeceksiniz.
Katiller ne hassas oluyor yahu!
27 yaşındaki Pınar Gültekin’i varile koyarak diri diri yakan Cemal Metin Avcı’ya haksız tahrik indirimi ile 23 yıl hapis cezası verilmesi infiale neden oldu malum. Gerçekten akıl alır gibi değil. Çok haksız, çok acı bir karar. Davayı takip eden herkesin bildiği üzere, katil planlayarak bu cinayeti işlemiş. Haksız tahrik nerede, kimse bulamadı o yüzden!
Taktığım başka bir şey daha var benim, katillerin ve onları savunanların hassas bünyeleri! Öyle hassas ki bunlar, öyle çabuk inciniyorlar ki; acılı bir annenin feryadına bile tahammül edemiyorlar. Kızı öldürülen bir anneye ‘hakaret ettiği’ gerekçesiyle dava açabiliyorlar mesela. En çok da buna kızıyorum ve inanamıyorum işte… Yavuz hırsız ev sahibini bastırır desem, az kalır. Ölene, gidene ayıp olur çünkü.
Kadınlar araç almaya 75 günde karar veriyor!
Yapılan araştırmalara göre (Car.com araştırması); tüm dünya genelinde kadınların otomotiv pazarındaki etkisi, tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Yani araç satış kararlarının yüzde 85’inde kadınlar etkili. Sebepleri az çok tahmin ediyoruz ama araştırmanın ilginç sonucu şu ki; kadınların satın alma döngüsü erkeklerden biraz daha uzun sürüyormuş.
Erkekler, alacakları araca iki üç günde karar verirken, kadınlarda bu süreç ortalama olarak 75 günmüş! Evet, biraz fazla titiz olabiliriz diyor, konuyu kapatıyorum. Nerden girdim kadın ve otomobil meselesine peki? Geçtiğimiz hafta sonu Volkswagen’in yeni SUV modellerini denemek için çıktığım yolculukta öğrendim bu detayları.
Bir başka detay da şu: SUV’ların satışı hem dünyada hem Türkiye’de yükselirken; SUV tercih edenler arasında kadınlar ağırlıkta. Çünkü kadınlar, günlük hayatlarına ayak uydurabilen, pratik ve çok yönlü, güvenlik özelliklerinin öne çıktığı modelleri tercih ediyor. Özellikle de küçük çocukları varsa!
İşte Volkswagen de bu yüzden yeni satış stratejisinde SUV’ları öne çıkarıyor. Marka, pazara sunduğu iki yeni modeli Taigo ve T-Cross ile iddialı. T-Roc’ları da yeni makyajıyla piyasaya sürmüş durumda. Bu üç yeni oyuncunun boyutlarını kendi içinde karşılaştırırsam; yeni Taigo en uzun, T-Cross en yüksek, Yeni T-Roc en geniş model.
Hele sıradışı renkleri gönülçelen cinsten ve tam kadınlara göre. Bir grup kadın gazeteci olarak Akyaka ve Göcek arasındaki yollarda üç SUV modeli de denedik; herkes ihtiyacına göre bir model buldu diyebilirim. Özellikle de Akyaka’daki Volkswagen kite okulunda yani Volkswagen Kite by Yada Riders’da, koltukları yatırıp kite’ları bagaja sığdırınca bundan iyice emin olduk.
Volkswagen Binek Araç Genel Müdürü Gino Bottaro’nun, “Biz sadece otomobil hakkında değil, insanların onunla neler yapabileceği hakkında da hikayeler yaratıyoruz” demesini tüm bu sebeplerle oldukça kayda değer buldum. Sizin de yolunuz Akyaka’ya düşerse, Volkswagen Kite by Yada Riders’ta en havalı SUV modelleriyle tanışabilirsiniz.