Bir tarafta, Antalya’daki şiddetli yağışlar sonrasında bir bodrumda mahsur kalan kediyi suların içine girip kurtaran kadın... Bir tarafta minicik kediyi döve döve öldüren bir cani! İkisi de insan görüntüde. Birinin içinde vicdan ve onu insan yapan neyse, ondan var..
Diğerinin içinde ise bir cani var; nasıl, neden bilinmez. Üstelik bu caninin suratına baksan, temiz yüzlü bir insan; normal şartlarda kondurmazsın bile ona. Ama işte, nasıl oluyorsa oluyor. Ve ne yazık ki, bu ve benzerleri aramızda yaşıyor. Komşumuz, köşedeki bakkal, taksi şoförü ya da yoldan geçen biri olarak hayatımızın içinde olabiliyorlar. O yüzden zaten aklın şaşıyor ya, bu nasıl oluyor diye! En kötüsüne gelelim; kediyi öldüren İbrahim Keloğlan isimli cani serbest kaldı. Masum bir kediyi acımasızca öldüren biri, aynısını bir insana yapamaz mı? Bunun garantisi var mı? Sosyal medyada kampanya başlatıldı bu cani cezasız kalmasın diye...
Çok da iyi oldu ama kimileri soruyor; ‘ne zaman işe yaradı ki bu baskılar?’ diye. Bu vahşinin fotoğraflarının herkesin hesabında dolaşması, herkesin o yüzü bilmesi, eşinin dostunun akrabasının suratına tükürmesi de mi önemli bir şey değil? Bu itirazlar, adaletin yerini bulmasına yaramasa da, toplumun onu dışlamasına yarayacak en azından. Bu da az ceza değil; hayatına öyle kaldığı yerden güle eğlene devam etmeyecek en azından. Demem o ki; sosyal medya ‘her şey’ değilse bile ‘bir şey’dir, öyle bakın meseleye. Hafife almayın.
14 Şubat gelmiş neyime?!
Sabah bir kalkıyorsun, şöyle haberler...
Erzincan’ın İliç ilçesindeki altın madeninde milyonlarca ton siyanürlü toprağın yığıldığı alanda heyelan oldu. 9 işçi toprak altında.
Antalya’ya bir günde bir aylık yağış yağdı, şehri sel aldı.
Nükleer santralde DEAŞ’lı yakalandı. Mesela herhangi bir yerde değil; nükleer santralde!! (Aklınız alıyor mu yakalanmasa neler olabileceğini?)
Bir manyak, asansörde yakaladığı sitenin minik kedisini döve döve öldürdü.
Siyaset ayrı devran; vurulan, öldürülen, ağlayan, parti değiştiren, istifa eden...
Hayat desen; iki kişilik şık bir yemek için bile çok pahalı.
Çiçek falan hepten gereksiz; fiyatları çoktan almış başını gitmiş zaten! Fark ettim ki; bazı günler, bazı kutlamalar bize fazla. Norveç, Danimarka o taraflar falan kutlasın, biz çekirdeğimizi alıp izleyelim bence. 14 Şubat kutlayacak halimiz mi kalmış Allah aşkına?
ORASI MÜZE DEĞİL OKUL!
Köklü tarihe sahip İstanbul Üniversitesi’nde bir karar alındı geçenlerde... Üniversite yönetimi, isteyen herkesin, ders saatleri de dahil olmak üzere okulun tüm kampüslerini ziyaret edebilmesini kararlaştırdı. Yani okul yerleşkeleri, müze gibi gezilebilecek artık. Efendim neymiş, bu yerleşkeler tarihi binaymış, dolayısıyla kapıların açık olması gerekirmiş. Çünkü ülkenin her karış toprağını gezdiniz bitti, bir tek kampüsler kalmıştı!! Üniversite kampüsü; öğrencilerin kendilerini en güvende hissettiği yer olmalı ya hani...
Memlekette sapığı, psikopatı elini kolunu sallayarak dolaşırken, bu uygulama kimin aklına ne sebeple geldi, gerçekten merak ettim! Öğrenciler isyan bayrağını çekti tabii... #iümüzedeğilokul etiketi altında, yaşananlar paylaşılıyor.
Nitekim, insanların amfiye kadar girdiği ve ders dinleyen öğrencileri seyrettiği fotoğraflar yansıdı basına. Sanki sirkte maymun izliyorlar! Gerçekten tuhaf ve çok anlamsız. Olay tepki çekince, üniversiteden bir açıklama yapıldı ve denildi ki; “ulusal bir kanalın yetkililerinin, ileri tarihte gerçekleştireceği çekim için, ders arasında görevli personel eşliğinde, ön inceleme yapıldığı sırada fotoğrafların çekildiği ve çarpıtıldığı” vs vs...
Yapmayın yahu, öğrenciler isyanda! Üniversite kampüsünü halka niye açarsın ki? Ben bu ülkede çok abuk subuk şey gördüm ama bu kadar saçmasını görmedim! Bırakın öğrenciler özgürce, kendini güvende hissederek okuluna gitsin. İnşallah kimsenin başına bir şey gelmeden bu karardan dönülür.
3 MEKAN, 3 TAVSİYE
Samatya’daki meşhur İkinci Bahar Ali Haydar Ocakbaşı, Armutlu’ya taşındı. Müdavimleri o nereye gitse peşinde zaten! Ali Haydar Usta, Şener Şen’in kopyası gibi. Üstelik hoş sohbet, güler yüzlü. Bizzat getiriyor etleri masanıza; sohbete Sezen’ler, Ajda’lar eşlik ediyor. Çok samimi, çok lezzetli bir mekan. Şiddetli tavsiyelerimden biridir.
Boğaz’ın eşsiz maviliğinde pazar keyfi Lacivert’te mümkün. Bir süre önce yenilenen dekorasyonuyla birlikte, pazar brunch’ları da başladı. Her pazar 10.00-14.30 arası, yerel üreticilerden tedarik edilen ürünlerle şahane Türk kahvaltısı yapmak mümkün. ‘Pazar ne yapalım’ diyenlere öneri!
İstinyepark’ta yer alan Zuma İstanbul; şehrin en iyi Japon restoranlarından. Çok şık, çok global, çok lezzetli. Bir şefin Japon mutfağına olan yoğun tutkusu ile doğan Zuma’da menü; çağdaş yemeklerden oluşan bir seçki sunan ana mutfak, özel suşi şeflerinin bulunduğu Suşi Bar ve kuzey Japon balıkçılarının pişirme tarzından doğan bir konsept olan Robata Grill olmak üzere üç farklı bileşenden oluşuyor. Yani herkese göre tatlar bulmak mümkün.