Evet, ‘Fenerbahçe’nin şanlı tarihi’ der durur Fenerbahçeliler... Ancak bu ‘şanlı tarih’ten kasıt nedir, herkes çok da net bilmez. İşte bu söylemin tam olarak neyi ifade ettiğini anlatacak bir film giriyor vizyona; adı ‘Zaferin Rengi’. “Birinci Dünya Savaşı sonunda, İtilaf Devletleri donanması İstanbul sularına girdi ve askerler şehrin ‘fiilen’ işgaline başladı. 16 Mart 1920 tarihinde ise İstanbul resmen ve tamamen işgal edildi.
Fenerbahçe, işgal kuvvetleriyle ilk maçını 24 Kasım 1918 Pazar günü yapmış. Bir Fransız ekibi ile oynanan bu karşılaşmayı 3-1 kazanan Fenerbahçe, 5 yıl boyunca İstanbul’un futbol sahalarında, İngiliz/ Fransız takımlarına karşı zaferden zafere koşacak ve ‘Esir Şehrin Moral Kaynağı’ olacaktı...”
Atatürk, o mücadele yıllarında halka umut olması için maçların oynanmasını ister; işgal kuvvetleri takımlarıyla oynanacak ve kazanılacak her maçın cepheye moral vereceğini belirtir. Fenerbahçe de canla başla sahaya çıkar, halka direnme gücü aşılar. Bir yandan da takımın oyuncuları ve yöneticileri vatan savunmasında nasıl görev alır, bu filmde onları izliyoruz. Koyu Fenerbahçeli olan Abdullah Oğuz’un yönetmen ve yapımcılığında çekilen film; işte böyle bir dönemi ve takımın kahramanlıklarını anlatıyor. Ve işgal kuvvetleri şehirden çekilirken oynanan tarihi maçı, kazanılan o ünlü General Harrington Kupası’nın hikayesini de izliyoruz böylece. O dönemin spor camiasını da tanıyoruz..
Cepheye giden Fenerbahçe takım kaptanı Galip Kulaksızoğlu, takımın yöneticisi Mehmet Sabri Toprak, Galatasaray Spor Kulübü’nün başkanı Ali Sami Yen.. Ayrıca Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarının dostça rekabetinin de altı çiziliyor. Aslına bakarsanız; ‘futbol sadece futbol değildir’ lafının ne anlama geldiğini anlatıyor bu film. Öte yandan Oğuz, filmin sadece Fenerbahçe’nin hikayesi olmadığını, sahalardan yükselen umudun hikayesi olduğunun altını çiziyor ve herkesin bu filmi izlemesini istiyor. 15 Şubat’ta Atatürk Kültür Merkezi’nde Fenerbahçe Spor Kulubü ev sahipliğinde yapılacak galanın ardından, film 16 Şubat’ta sinemalarda olacak.
“90’lardan beri hayalimdi”
‘Zaferin Rengi’ filmini basın gösteriminde izledim ve bir Fenerbahçeli olarak çok sevdim. Gösterim sonrasında da yönetmen Abdullah Oğuz’la konuştum. İşte o ‘ayaküstü röportaj’dan size aktaracaklarım...
Bu film fikri nerden çıktı? 90’lardan beri hayalimdi. Yani uzun bir zamanın ürünü diyebiliriz..
Kulübün isteği oldu mu bu hikayenin çekilmesi için? Olmadı çünkü ben gittim kulübe! Anlattım, onlar da o andan itibaren çok destek oldular. Bir taraftan da büyük bir sorumluluk yüklemiş oldular tabii bana.
Bir dönem filmi, dolayısıyla epey de maliyetli olmuştur. Ama koca bir Fenerbahçe camiası var, hepsi izlerse filmin maliyetini kurtarıyor musunuz? Bütün camia izlerse zengin olurum tabii (kahkahalar).
Şaka bir yana... İnsanlar niye izlesin bu filmi? 1. Anlamak için! Şanlı tarihimiz diyoruz ama geçiyoruz, gerçekten bilmiyoruz. 2. Daha çok gurur duymak için! 3. Duygulanmak için! Bir de şu önemli; birleştirici bir film yaptığımı düşünüyorum. Yani öyle bir dönemdi ki o dönem, aşk hikayeleri, Ermeniler, Rumlar, Feneri, Galatasaray'ı, dönemin siyaseti derken.. Tarihe ışık tutacak bir film oldu. Doğal olarak bir Fenerbahçe filmi gibi algılanacak ama izledikçe herkes görecek ki bir direniş filmi bu, futboldan çok ötesi.
Sadece Fenerbahçeliler oynamamıştır değil mi filmde?! Çoğu Fenerliydi aslında... Kubilay Aka, Nejat İşler, Timuçin Esen koyu Fenerli mesela. Başka takım tutanlar da var ama onlar da Fenerbahçe camiasının içinde olmayanları oynadı.
İhtiyaç halinde kullanın!
Türkçe’mizde çok güzel üç kelime var: 1- Bilmiyorum 2- Fikrim yok 3- Anlamadım Bilim adamlarına göre bu kelimeleri kullandığınızda ne salak oluyorsunuz, ne de aptal! Tam tersine bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmeyen aklı başında insanlar oluyorsunuz. Lütfen kullanın bu kelimeleri, çekinmeyin. Hele şu sosyal medya çağında öyle kirli ve gereksiz bilgiyle doluyor ki beynimiz, işin içinden çıkmamız mümkün olmuyor. Yapmayın etmeyin. Kullanın şu üç kelimeyi.
İçinizdeki ‘Öteki’yle tanışın...
Bu sezon tiyatro sahneleri de TV ekranları kadar hareketli. Yeni, canlı, dolu dolu, zihin açıcı o kadar çok oyun var ki... Sinema dünyası bile sahnelere transfer olmuş durumda, öyle bir patlama yani! Bağımsız sinemanın önemli yönetmenlerinden Emin Alper mesela, ilk tiyatro sınavını Dostoyevski’nin ölümsüz eserlerinden ‘Öteki’ ile veriyor. 1846’da yazılmış bu eserdeki devlet memuru ‘Bay Golyadkin’ karakterini, ‘Burak Bey’ olarak İstanbul’a taşımış. Gayet güncel bir uyarlama ve nefes kesen bir tempoyla üstelik. Oyunun ana sorusu da şu: Bir gün karşınıza size tıpa tıp benzeyen birisi çıksa ne hissedersiniz?
Sizin hedeflerinize sizden çok daha kolay ulaşabilen, dolayısıyla içten içe de yerinde olmak isteyebileceğiniz ama nefret ettiğiniz özelliklere sahip birisi? Bu ikisi de aynı kişi olsa peki? Anlayacağınız, ‘Burak Bey’ şizofreninin sınırlarında dolanan bir karakter. Cem Yiğit Üzümoğlu ve Erdem Şenocak aynı kişiyi, iki ayrı bedende, sürekli değişerek oynuyor. Fakat öyle mükemmel bir kurgu ve rejisi var ki oyunun; karakter geçişlerine hayran kalıyorsunuz. Sezonun iyilerinden, bence kaçırmayın.