Şirin SeverHele bakın kim gelmiş, ‘Sora’ gelmiş, hoş gelmiş...

HABERİ PAYLAŞ

Hele bakın kim gelmiş, ‘Sora’ gelmiş, hoş gelmiş...

Sık sık soruyorum ve yazıyorum, ‘Yapay zeka bir tek beni mi korkutuyor?’ diye... Bunu söylerken de eski kafalı, teknolojiye/gelişime kapalı biri gibi görünüyor olabilirim ama öyle değil! Sadece bu işin, kontrolsüz ellerde ne kadar tehlikeli bir hal alabileceğini hatırlatıyorum. Gerçi biz ne dersek diyelim, o aldı başını gidiyor zaten...

Hele bakın kim gelmiş, ‘Sora’ gelmiş, hoş gelmiş...

Yapay zekayla yazılan makaleler/kitaplar, yapay zekayla yazılmış dava dilekçeleri ile kazanılan davalar, sosyal medyada gerçeğinden ayırt edilemeyen sanal mankenler, ünlülere söyletilen şarkılar falan çok geride kaldı. Biz bunları sindirmeye çalışırken; yapay zeka şirketi Open AI, metni videoya dönüştüren bir video üretim teknolojisi yarattı; adı Sora. Bu sayede yapay zeka ile üretilen görseller, yerini kurgu videolara bırakacak. Örneklerine denk gelmişsinizdir belki sosyal medyada; insanın ağzı açık kalıyor. Uzmanlar videoların gerçeğinden ayırt edilememesi nedeniyle manipülasyon tehlikesine dikkat çekiyor bu arada. Öyle tehlikeli yani. Şimdilik, sadece profesyonellerin bu teknolojiyi kullanacağı belirtilse de, bunun uzun sürmeyeceğini hepimiz biliyoruz. YouTube’a içerik üreten isimler bile ‘korkutucu’ diye değerlendirmiş bu yeniliği. Nasıl olmasın? İnsanların yapmadığı konuşmaları yapmış gibi gösterebilen, söylemediği şarkıları söyleten böyle bir teknolojiye, bir de video eklendi. Mesele, ‘yapay zeka bizim yerimizi alacak, işsiz kalacağız’ kadar basit bir durum da değil. Gerçek ne bilemeyeceğiz artık! Tehlikeyi gören, bu konuda çalışan hükümetler var elbette. Avrupa’nın pek çok ülkesinde çalışmalar yapılıyor. Biz ise her zamanki gibi olanları seyrediyoruz. Sonumuz hayırlı olsun, ne diyelim.

Haberin Devamı

Hele bakın kim gelmiş, ‘Sora’ gelmiş, hoş gelmiş...

Sosyal medya antidepresan mı?

Gerçeklik algımızın sarsıldığı zamanlar, evet. Sosyal medyadaki yalan dünyalar, yaratılan algılar da bunun büyük sebeplerinden biri. Tam da bu konuda şahane bir diyalog izledim... Halit Ergenç ve Tuba Büyüküstün’ün oynadığı mini dizi ‘Yarın Yokmuş Gibi’de geçiyor. Ergenç ciddi bir politika yazarı, bir sebeple röportaja gönderildiği kişi ise çok ünlü bir oyuncu. İlk tanıştıkları gece gazeteci, 10 milyon takipçili ünlüye soruyor; “Takipçi önemli, di mi?” Ve küçümseyerek ekliyor: “Seni tanımayan 10 milyon insan! Hapse ya da hastaneye düşsen, bir kere bile arayıp sormazlar. Çoğu da gerçek değil...” Sonra diyalog şöyle ilerliyor: Kadın: “Gerçekliğe neden bu kadar takılıyorsun?” Adam: “Sahte olan hiçbir şeye tahammülüm yok.” Kadın: “Üzüldüm senin için. 50 sene önce falan yaşasaydın daha mutlu bir adam olurdun. Çünkü artık hiçbir şey gerçek değil. Her şey algılara bağlı. Görünen, gösterilen ve algılanan şeyler her zaman farklıydı ama hiç şimdiki gibi olmamıştı. Senin yakalayamadığın şey de tam olarak bu; zamanın ruhu!” Adam: “Mış gibi yapmanın nesine ayak uyduracağım?” Kadın: “Sadece mış gibi yapmak değil, yarattığın dünyaya insanları inandırabilmek...” Adam: “Bunun bir adım sonrası şizofreni işte!” Kadın: “Eğer kendi yarattığın dünyaya kendin de inanıyorsan, evet. İnanmıyorsan, hayır!” Adam: “Gerçekliği böyle kıramazsın?” Kadın: “Tam da böyle kırıyorum! Etrafına bak, insanlara... Herkes mutsuz, herkes suratsız. Bugün uyandık ama neden uyandık diyen adamların önüne ne koyacaksın? ‘Haklısın hayat gerçekten bok gibi’ mi diyeceksin? Adam zaten biliyor bunu. Senin sayfanda başka bir şey görmek istiyor. Antidepresan gibi düşün. Kendini iyi hissetmeyen birine sanal antidepresan veriyorsun...” Sosyal medyadan kim ne anlıyor, kim nasıl bakıyor? Üzerine düşünmelik bir diyalog bence.

Haberin Devamı

Hele bakın kim gelmiş, ‘Sora’ gelmiş, hoş gelmiş...

Haberin Devamı

‘AÇ MISIN KUZUM?‘

Gastronomi Türkiye’de yükselen değer artık... Şeflerin starlaşması, ünlü markaların gelişi, Michelin yıldızlarının Türkiye’deki restoranlara da konması derken; bu kez de New York Times gazetesi, İstanbul’un erkek egemen mutfak dünyasındaki yetenekli kadın şeflere yer verdi ve pek çoğunu tanıttı. Çok keyif verici bir haberdi bence. Ben de bu vesileyle, yazarı kadın olan bir gastronomi kitabı tanıtayım istedim... İlkay Kanık imzalı; ‘Aç mısın Kuzum?’ Yeşilçam sinemasındaki yemeklerden yola çıkarak yazılmış eğlenceli bir kitap. Beraber güldüğümüz, üzüldüğümüz, ağladığımız, kızdığımız, hayran olduğumuz, heyecanlandığımız, mutlu olduğumuz hikâyelerdeki masaları ve o masaların detaylarını inceliyor. “Yeşilçam sinemasındaki yemekler hep bir simgedir” diyor yazar ve ekliyor: “Ekmek yoksulluğun, simit umudun simgesidir. Yoksul ve onurlu olmak köylülükle ilişkilendirilirken, kuru fasulye, tarhana çorbası ve bulgur pilavı bu bağlantıyı güçlendirir. Kuzu çevirme, pirzola ise statü göstergesidir, ağaların veya şehir zenginlerinin sofralarında görülür. Tavuk, Yeşilçam’ın en sevilen yemeklerden biridir. Aynı zamanda iç göçün daimi istikameti olan İstanbul’un yerel ve sokak lezzetleri filmlerdeki aç karakterleri doyurur. İçmek ve toplumsal cinsiyet arasında güçlü bir bağ vardır. Alkollü içki tüketmek, özellikle de rakı, dostluğun, kardeşliğin, birlikteliğin işaretidir.” Yeşilçam’ın isimsiz aktörleri sofralar, bu kitapta anlayacağınız. Gastronomi meraklıları not alsın.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder