Bizim gazetenin arka kapağını hazırlayan ve dünya hallerini bize şahane şekilde aktaran Rükzan Sağır’ın köşesinde ilginç bir haber vardı geçen gün… İsveçliler, misafir çocuklarını aç bırakıyormuş! Yani diyelim ki İsveçlisiniz, çocuğunuzun arkadaşı sizin evinize gelmiş, oynuyorlar. Yemek saatinde çocuğunuzu yemeğe çağırıyorsunuz ama arkadaşının odada beklemesini söylüyorsunuz. Ya da kendi evi yakınsa, evinde yiyip geliyormuş.
Tuhaf ama bir sosyal paylaşım platformunda paylaşılanlar bunlar. Yani gerçek. Konu ilgimi çekti ama pek şaşırmadım! Hayır, coğrafyaya göre misafirlik alışkanlıkları deyip geçtiğimden değil. Ben şaşırma hakkımı; geçen gün bir Twitter kullanıcısı, annesinin yaşadığı benzer olayı anlattığında kullanmıştım, o yüzden! Üstelik bu kez olay Türkiye’de yaşanmıştı.
Kadir Demiryürek isimli bir kullanıcı, uzun uzun anlatmıştı ama yerim dar, özetle şöyle diyordu: “Annem emekli olduktan sonra eve katkı olsun diye haftada iki gün ev temizliğine gidiyor. Yeni evli, kedileri ve köpekleri olan bir çiftin evine. Yevmiyesi haftada toplam 500 TL. Bunun içinde yemek yok. Ama tabii, ‘dilediğini ye’ diyorlar.
Yalnız, bu çift hep hazır yemek söylüyor, dolapta pek yiyecek olmuyor. Erkek evden çalışıyor, karnı acıkınca da kendine dışardan yemek söylüyor, lüks yemekler ve odasında yiyor, anneme ise bir şey söylemiyor. Tavuk döner söylese de olur ama buna gerek görmüyor…” Sıra sıra yazılmış tweet’leri okurken, ‘nasıl yani?’ dedim.
Bütün gün evini temizleyen bir insana, bir sandviç bile söyleyemiyor mu bu beyaz yakalı sofistike tipler? Sonra tweetin altına yazılanlardan anladım; toplumda temizlikçiye yemek ısmarlamak ve bunu ücret dışında tutmak diye yazılı olmayan bir kural varmış. Nasıl bir kural bu ya? Misafirperverlik kuralları coğrafyaya göre değişebilir ama vicdan diye bir şey yok mu yahu? Ayrıca bizde böyle şeyler olmazdı ki!
İkram etmek diye bir kültür vardı hani bizde? Bir şeyler yerken, yanındaki tanımadığın kişiye bile ikram edersin, tek başına yiyemezsin. Birisi açken duramazsın. Her ne kadar güzide ülkemde bazı şeyler rayından çıksa da, bu vicdan hep vardır. Ne zaman bu kadar değiştik ki? Geçenlerde Neftlix’te ‘Maid’ isimli bir dizi izledim... Kocasından şiddet gören genç bir kadın kaçıyor ve çocuğuna bakabilmek için temizlik yapmaya başlıyor.
Temizliğe gittiği ultra zengin bir evde, açlıktan bayılıyor. Çünkü yemek için parası yok! Bayılınca ona bir bardak su ve enerji bar veriyor kadın. O kadar. Bu arada seyahate giderken dolaptaki bütün yiyecekleri çöpe attıran bir kişilik kendisi. O sahneyi izlerken de içim sıkışmıştı, ‘yabancılar böyle demek ki’ demiştim. Onlar tamam da… E peki biz ne zaman bu kadar yabancılara benzedik, İsveçli olduk arkadaşlar? Temizlikçiye bir sandviç ısmarla, ölmezsin, ayıp yahu!
SAYGISIZLIK DEĞİL O, BAŞKA ŞEY!
2007’de bir trafik kazasında yaşamını kaybeden Barış Akarsu’nun hayatı film oluyor biliyorsunuz. Sevgilisini de Aslı Bekiroğlu oynayacaktı, kendisini yönetebilseydi tabii! Ne oldu? Bir mekan çıkışında ona Akarsu’nun trajik ölümü ile ilgili ne düşündüğü soruldu. O da gülerek, “Ne diyeyim hayatım, başı sağolsun” dedi.
Anında linç başladı tabii, Aslı Bekiroğlu da bir özür mesajı yayınlayarak projeden ayrıldığını duyurdu. Aslında yapım şirketinin onu çıkardığı söyleniyor. Her ne ise işte… Röportajı izledim ve orada alkollü bir kadın gördüm ben! Bütün vücut dilinden ve söylediklerinden bariz belliydi kendinde olmadığı. Yoksa ölen birine ‘başın sağolsun’ diyemezdi, bu kadar gevşek gevşek konuşamazdı.
İşte bu yüzden insanların basın danışmanları parti ya da mekan çıkışı sanatçılarını konuşturmuyor. Çünkü olacağı budur! Ama… Evet, işin bir ‘ama’sı var. Yapım şirketi oyuncuya uyarı verebilirdi, ‘kendine gel’ diyebilirdi ama projeden kovmak fazla değil mi? Ders olmalı bu olay bütün gençlere… Mekan çıkışında, hele işin içinde alkol varsa konuşmamayı öğrenmeliler.
Bakın Kaan Urgancıoğlu’nun da videoları dolaşıyor sosyal medyada; gazeteciler mekan çıkışı soru sorunca “Alkol var, soru soramazsınız” diyor. İşte bu kadar. Markanı ya da kendini yönetmek budur.
Yılın ‘izlenesi’ konserleri
- Mor ve Ötesi’nin stat konseri… Türkiye’nin en önemli rock gruplarından Mor ve Ötesi, uzun bir aradan sonra Türkiye’deki ilk stat konserini verdi ve stadı tıklım tıklım doldurdu, herkes hep bir ağızdan şarkılar söyledi. Kaçırdığıma gerçekten üzüldüm. Gidenleri dinlerken epey hayıflandım.
- Fazıl Say’ın Munzur Nehri kıyısındaki halka açık konseri… Ve 20-30 bin kişinin o konseri izlemesi. ‘Munzur Temiz ve Özgür Aksın’ derken, arkasında Munzur akıyordu ve Serenad Bağcan ‘Dersim Dört Dağ İçinde’ türküsüyle ona eşlik ediyordu. Tarihi anlardan biriydi ve sadece sosyal medyadan izledik, yazık oldu.
- 16 yıl sonra sahneye çıkan Mahsun Kırmızıgül... Bu kez olay yerindeydim! Kült bir konserdi bence çünkü bir döneme damga vuran ‘Belalım’, ‘Bebeğim Benim’ gibi şarkıları tekrar dinledik. Neşet Ertaş’tan Erkin Koray’a ustaları andık, şarkı aralarında komik anılar dinledik. En çok da Mahsun’un şöhretini borçlu olduğu Hilmi Topaoğlu anılarını. 10-12 yaşındayken söylediği ‘Eyvah Eyvah’ isimli şarkının videosunu izlettirip düet yapması da, tam nostalji olduk.
GURUR DUYULACAK İŞLER
- Divan Grubu dünyadaki trendleri takip ederek ve gençleşerek çok önemli işler yapıyor bu ara. AKM’de açılan Divan Brasserie Fuaye mesela, bu yeni vizyonun en önemli göstergesi. AKM’nin sanat ruhuyla özdeşleşen mekan; hem çok lezzetli bir menüye sahip hem de terasıyla ve mimarisiyle oldukça etkileyici. Taksim şahane bir buluşma mekanı kazandı gerçekten, görmenizi tevsiye ederim.
- Yediğimiz çikolatalardaki kakaonun nereden geldiği şimdiye kadar çok önemli değildi ama yeni trend bu. Buna da ‘bean to bar’ deniliyor. Nerden öğrendim? Butik çikolatalar üreten Butterfly markasından. 2003’te kurulan marka; tıpkı şarap ve kahvedeki gibi kakaonun yetiştiği bölgeye göre özel çikolatalar üretiyor. Ve elbette sürdürülebilirliğe özen gösteren küçük çiftliklerle çalışıyorlar. Galaport’taki dükkanlarına gidin, ne demek istediğimi anlayacaksınız.
- Caroline Koç’tan bir not aldım geçenlerde… Dünyaca ünlü Metropolitan Sanat Müzesi’ndeki İslam eserleri bölümünün 10. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, Selamlique İstanbul olarak özel bir kapsül koleksiyon hazırladıklarını ve bu projede ülkeyi temsil etmekten gurur duyduklarını paylaşmış. Met Store’de satılan bu koleksiyon, müzede sergilenen İznik çini koleksiyonundan ilhamla tasarlanmış, içinde de Osmanlı saray mutfağının vazgeçilmezi bademli lokum yer alıyor. Biz de, böyle şahane markalarla gurur duyuyoruz.